Mucize ise işte buradaydı: bir çalıdan bile Gül yetiştirebilmenin kıvancında. Ve kendi omuzlarının bile taşıyamayacağı bir umutla, kendi yüreğinin dahi yakamayacağı bir ışıkla, yoksun ve yoksul yüzleri ışıtabilmekte..
Bir putun ilahlığı kadar bir evladım güvenilirliği de aynı zihniyete dayanmaktadır; sorgulanması açığa çıkarılması aşılması gereken bir zihniyet. Hatta ailesine ilişkin tüm beklenti ve umutlari da sorgulanmalıdır; Bir baba ya da oğul da olsa kimsenin mülkü olmadığı gibi kulu ya da Rabbi de değildir. Bir çocukla aranızdaki ilişki bir baba oğul ilişkisi bile olsa arazi bir ilişkidir ve buradan yola çıkarak kimi tahayyüller ve beklentiler geliştirmekte de tüm putlaştırma temayüllerine yataklık eden aynı zamanda dayanma yanlışlığı bulunmaktadır. Akrabalık ilişkisinin kendi doğasından kaynaklanan bir sıcaklık ve bağlayıcılığı olsa bile, Bu bize bu ilişkiden yola çıkarak trajik Sonuçlara varacak yargılar türetme hakkı sağlar mıydı? Daha sorunlu olabilirdik ama aynı sorumluluk hakkına dayanarak karşımızdakilere bir bedel ödetmeye çalışmak özgürlüklerini vesayetimiz altına almaya kalkışmak hatta onlara karşı ilahlaşacak bir biçimde kurulanmak bizzat kendi anlayışına zit bir tutum değil miydi?
Kalıtsal cennetten kazanımsal cennete doğru süregiden bu yürüyüşün temel gücü beni kurulu bir zat yürüyüşün kendisindedir; cennet’te değil. Bu yürüyüşte yol yolcunun; yurt yurtlananın kendisidir. Her düşmek bir başlamaktır. Bir kez bunu göze almış ve bir kez kendi bildiği her şeyle hesaplaşmaya girişmiş biri için artık sınırlar yoktur. Oha masum yetinin cennetinin sınırlarını bir kez çiğnemiş bir günü ufukları keşfetmiş olan içinse hayat hep o yeni ufuklar da sınırlarının ötesindedir. Onun artık yurdu değil düş ülkesi vardır.  Ateşi, hiç söndürmemesi ve hep harlı tutması gereken ateşi, ocağında değil yüreğinde yanmaktadır; aşk iste işte bu ateşin yanmasından başka nedir ki?