Ademin Oğlu Habil Gibi Ol

Cevdet Said

Ademin Oğlu Habil Gibi Ol Posts

You can find Ademin Oğlu Habil Gibi Ol books, Ademin Oğlu Habil Gibi Ol quotes and quotes, Ademin Oğlu Habil Gibi Ol authors, Ademin Oğlu Habil Gibi Ol reviews and reviews on 1000Kitap.
Kuşkusuz duyma imkanı Allah'ın insanoğluna ihsan ettiği son derece önemli bir nimettir. Zira Allah, insanlar kendilerinde olanı değiştirinceye kadar, onlara ihsan ettiği duyma imkanını, nimetini değiştirmez. Bu bağlamda azab ile yakalama da, nefislerde olanı değiştirmek için başvurulan son vesiledir. İnsana şöyle denildiğinde, dilsel göstergeler güçsüz kalmaktadırlar: Ey insan elini ateşe sokma, çünkü acı dokunduğu zaman, mutlaka pişman olacaksın. Eğer sen, ateşin etkilemediği bir varlık isen, sence bir sakıncası yok. Yoksa sen, ateşle yakılabilen beşer cinsinden bir varlık değil misin? Eğer onlardan isen, ateşin aydınlığı ve parıltısı sakın seni kandırmasın. Sakın kendi elinle, kendini onun içine atma! Ama sen kendini hemcinslerinden başka bir varlık olarak algılıyorsan, sözgelimi diğer insanlardan daha büyük, daha yüce bir varlık olduğun zehabına kapılıyorsan, senin de diğer insanlar gibi sıradan bir insan olduğunu öğrenmek için, ateşi bizzat dene!...
İnsanların ertelenmiş sonuçları unutmaları kolay olur. Sözgelimi hırsız çaldığı maldan faydalandığı zaman, eylemi ile güç. lenir, kendisini güçlü görür ve yaptığının sonucunun kendisi ve toplum açısından doğuracağı sonuçları keşfetmesi zorlaşır, Buna mukabil insanların mallarını çalmak için başarılı operasyonlar düzenleyen birisi olarak da kendi kendisini güçlü görür. Gerçekleştirdiği eyleminden kısa zamanda ve hızlı bir biçimde çıkar sağlamak da onu ayrıca güçlendirir. Ama bu eyleminden ötürü, hırsızlık ve yağmalama yasasının kendisine uygulanması söz konusu olunca, bu eylemleri bir helak vesilesi olarak kendisine döner. Emperyalistler çalma ve yağmalama gücüne sahip oldukları için, bu güçlerinden azami ölçüde yararlandıkları doğrudur. Gasbettikleri ve yağmaladıkları mallardan bir takım yararlar elde etmiştirler, ediyorlar. Fakat ıslah dönemi gelmesiyle ortaya çıkan engelleyici unsurlar söz konusu olduğunda, sonucu geç ortaya çıkan zararlar ile kısa vadede elde ettikleri erken yararlar arasında bir temyiz yaparak, fesadı yeryüzünden tümden kaldırma ya da azaltma yönündeki imtihanları oldukça zor olacaktır. Nitekim daha önce Foucault'nun söylediği şu sözü zikretmişüik: “Her şey ayıpsız/eksiksiz fikir ve dil zumnında izleri (alametleri) ortaya çıkıncaya kadar istediğim gibi meydana gelir(logosun ya da bilginin ortaya çıkması). Her şey hem bizim toplumumuzda hem de diğer toplumlarda benim düşündüğüm (tasavvur ettiğim) gibi bulunur. Fakat farklı yönelimler ve farklı kesintiler nedeniyle logostan derin korku duyulur; bu hadiselere karşı bir nevi sağırlık korkusu.
Reklam
Bütün peygamberler, insanlar iyiyi, güzeli yapmak üzere yarışsınlar diye gelmiştir. Fakat bizler peygamberlerin bu davetlerini, kötülüğü yapma konusunda yarışa dönüştürdük ne yazık ki. Mesela Allah'ın kulları üzerinde baskı kurma konusunda, bizden daha güçlü kim vardır? Ayrıcalıkları korumada kim bizden daha titiz davranmaktadır? Kim bizden daha hegemonyacı, daha baskıcı ve daha zorbadır? Nasıl rahmeti, azaba çevirdik; insanlar arasında süregelen merhamete dayalı ilişkileri, akrabalar arasındaki bağları nasıl kestik? İnsanoğlunu böylesine nasıl paramparça, darmadağınık hale getirdik? En yakını ile merhamet ilişkisini kesen kimsenin, en uzakta olan bir başkasına acıması, merhamet etmesi mümkün değildir. Bizim müslümanlar olarak kendi aramızda yaşadığımız bu sikıntı, diğer insanlarla aramızda yaşanan sıkıntıdan şiddetli değil midir? Bizler, dünyadaki diğer düşmanımızdan korktuğumuzdan daha çok, birbirimizden korkup endişe etmiyor muyuz! Mesela Körfez Savaşı sırasında başımıza neler geldi?
İnsanları dene; sonuçta kâinatın düzeniyle ilgili sahih itikadı yitirmenin, kişiyi nasıl umutsuz kıldığını, acziyetle, tembellikle, kötümserlikle, kederle üzüntüyle damgalanmış bir tutuma dönüştürdüğünü göreceksin. Sözgelimi umutsuzluk içinde kıvranan bir kimsenin yüzüne bakın, ne kadar kötüdür, ne kadar asıktır, ne denli çıfıttır! Başarısız bir insanın yüzüne bakın, ne kadar gergindir. Bir de bunların karşısında başarılı, ümitvar ve iyimser bir kimsenin yüzüne bakın, ne kadar parlaktır. Adeta gözlerinin içi gülmekte, etrafa ışık saçmaktadır. Umutsuzluk, “değişim” imkanını ya uzak bir ihtimal ya da imkansız görür. Böyle bir durumda 'değişimin' olağanüstü bir olgu ya da mucize olmadığını nasıl anlayabileceksin? Çözüm imkanının ortaya çıkmasından önce, yalnızca çözüm kavramının kendisi bile, insanın hayatında bir dirilişe, bir uyanışa ve bir dinamizme vesile olacaktır; bu duygu, sorunların çözümü konusunda, insanı öylesine motive eder, öylesine yönlendirir, öylesine bir harekete geçirir ki, artık onu durdurmak imkansızdır. Umutsuzluk artık onun yoluna çıkıp eylemden alıkoyamaz. Çünkü umutsuzluk kötümserliği, karamsarlığı doğurur, girişim gücünü tümden yok eder. Kimi zaman umutsuzluk duygusu kişide, bir nevi patlama meydana getirir. Evet, umutsuzluğa düşen kimse kendini paramparça ettiği gibi, başkalarının kişiliğini de darmadağın eder.
Ey (Hz.-m.a)Bilal bana mezhebini anlat. Dininden, sırrından, ırkından da söz et! Sadece (Hz.m.a)Muhammed'e ettiğin imanla birlikte, seni böylesine mecnunlaştıran şey ne idi, bana bütün bunlardan söz et. Gerçekten ne gördün O'nda sen. Acaba senin gördüğünü ben de görebilir miyim? Sen de bizlerin yaptığı hesapları yapıyor muydun? Ne idi senin hesabın? Sen bu zor kararı aldığında hangi kompüterle çalışıyordun? Sahip olduğun imkanı nasıl hesap ettin, nasıl ölçtün? Kabile izzetini nasıl aştın; oysa senin ne aşiretin, ne malın ne de ailen vardı. Sen garip bir köleden başka bir şey değildin. Yoksa senin bütün sırrın bu “farkında' mı gizliydi?
Ürün vermeyen çalışmalar nedeniyle insanların istekleri körelir, azimleri azalır. İşte bu durumda yaratıcılık ve ataklık ortamı yerini tekrar bıkkınlığa, usanca bırakır. Çünkü orada zengin üretimden, olumlu sonuçlardan kaynaklanan, toplumu motive eden yeter miktarda yakıt yoktur. Artık hareket iyice yavaşlamıştır. İşte bu ortamda yaratıcılığı ve insanı harekete geçiren, aktivitesini yükselten ilginç marşlar, etkin müzikler dönüşüme uğrar, yerini doğru dürüst bir şey üretemeyen üretim biçiminin sürdürülebilmesi için bedenler üzerinde egemenlik kuran kırbaç ve cop müziğine dönüşür. İşte medeniyetin çöküşü, insanları verimli çalışmaya, çalışmalarından ötürü daha fazla fedakarlık göstermek üzere dayanışmaya çağıran yaratıcı, uyanık ve atak azınlığın dönüşüme uğramasıyla başlar. Bu yaratıcı azınlık baskı ile, cebirle, dayatma ile insanlar üzerinde egemenlik kuran bir elite dönüşmesiyle medeniyetin çöküşü başlar ve bu böylece sonuna kadar gider.”
Reklam
56 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.