- Çocuktum, Yıldız... Belki 7 yaşındaydım. Sokağımızın köşesine bir dilenci otururdu. Çarpık çurpuk bir adam... Kafasını geri sarkıtarak, boynunu çarpıtırdı. Donuk, hareketsiz gözlerini gökyüzüne dikerdi. Türlü makamlarla, kasideler okurdu. Iki gözü de görmüyordu onun ve ben mektep dönüşlerinde ona yapmadığımı bırakmazdım: Açık avucuna taş parçaları sıkıştırırdım. Süpürge tellerini kulaklarında dolaştırır, huylandırırdım. Komşu çocuklarıyla birlikte, dizleri dibine serdiği yazma mendildeki onlukları toplardık. Kendimize "döngel" ziyafetleri çekerdik.
Sokağımızın başındaki bu dilencinin hayatını yıllarca sonra öğrenmiştim: O, grizo patlamasında gözlerini kaybetmiş bir işçiydi, Yıldız...
Ne zalim bir çocuktum ben bilemezsin Yıldız... Evimizin çok yakınında kurbağaların bütün gece durmadan öttüğü sazlı, suları yeşil bir dere vardı. Beni en çok eğlendiren şey, bu bataklı derenin yeşil sularında kurbağa avlamak, elimdeki toplu iğne ile birer birer gözlerine oymaktı. Zavallı kurbağacıkların can acısıyla sağa sola saldırışlarını seyrederken korkarak titrerdim, katıla katıla gülerdim.
Bütün bu zulümlerin cezasını gözlerimle ödüyorum Yıldız...
Kitabın en güzel kısmı.