Dibi, doruğu filan, hiçbir şeyi yoktu ama. Bazen izlediğiniz adamlar ve kadınlardan, içine olmaz türlü hayvan, bitki, isim şehir, silikon, porselen ve dört çeker kara ciplerin karıştığı tuhaf olaylardan sonra "Evet bu, buraya kadar, hayatımızın çevresine kazdıkları derin hendeğin dibi burası işte" diyordunuz. Uzun sürmüyordu, yalama olmuş bir şaşırma duygusundan insanlığımıza geri kalan tuhaf bir iç burukluğuyla, az sonrakine bakarken yakalıyordunuz kendinizi.
"Artık dışarda yerçekimi yok belki de" diyordu Erdem. "Ondan bulunamıyo o hendeğin dibi. Çünkü yerçekimi dediğin şeyin, eninde sonunda yere yapıştırması gerekir insanı."
Sonra içeride hüküm süren yerçekiminin varlığını kanıtlamak istercesine, "dan" diye yüzüstü halıya kapaklanıp sızıyordu.
En çok babamı özledim, en çok o anladı, daha küçücük de olsa bir adamın kaçma isteğini. En çok annem aradı, "fazla yazmasın" diye kısa ağladı olabildiğince ve en çabuk, sevdiğini söyleyen kız unuttu, henüz aynı şehirdeyken.
Ya şimdi giderdin ya da hiç. Gün olur, devran döner, O bir bahar akşamı anlattığı öyküyü unutup gitmek ister, giderdi. Ama beni buraya, bu dünyanın en güzel sevgi sözcüklerini duyduğum yere gömmek gerekirdi, başka bir yere gidemezdim. Bu yüzden, kimse kimseye söylemesindi böyle laflardan.
"Sahi lan Erdem, tensikat ne demek?"
"Hiç işte be hocam, işten adam atmanın Arapçası. İşe alırken öz geçmişine CV diyerekten Latince istiyolar. Sonra tensikat yaptık diyip Arapça işten atıyolar. Nasıl, güzel mi?
Diyorum işte, alayı şizofren bunların"
Ben o merdivenin üstünde akıl hastanesi bahçesindeki "Düşünen Adam" heykeli gibi donmuş dururken O, üzerine yaldızlı harflerle veda sözcükleri yazılmış deli çelenkleri koyuyordu heykelin dibine.
Aman uzaylılara da güvenmiyorum ben Hayrettin. Gelen kesesini doldurup gidiyo. Şimdi Marslılar gelse aynı şey. Kendi adamlarını yerleştirecekler her yere. Yalan mı, kimsenin gelip de fakir fukaraya yardım edeyim dediği var mı?
Bu gün bi siyah file çorap kaç para?