Bu kitabın neden Jane Eyre kadar ünlü olmadığını pek de anlayabilmiş değilim. Olay açısından bakarsak evet çok daha basit, sıradan olaylar var. Ancak dilindeki samimiyet, dürüstlük, yalın edebiyat, abartısız tasvirler bence insana elit bir edebi zevki tattırıyor.
Agnes Grey'i üç kelime ile tasvir edecek olsam asil, zarif ve bilge derdim. Duygusal derinliğin olmadığını kesinlikle düşünmüyorum. Aksine duygularını dışa yansıtmakta zorlanan, içe doğru ise epeyce derinleştirmiş bir karakter görüyorum.
Uğultulu Tepeler ve Jane Eyre ile kıyaslandığında (onlarla kıyaslamak ne kadar doğru bilemiyorum ama) tutku ve ihtirastan ârî; akıl, mantık ve vicdan çerçevesinden pek de çıkmayan, dürüstlüğünü elden bırakmayan yerli yerinde eleştirilerle dolu bir zihin görüyoruz.
Bu üç romanın üçünü de çok sevsem de Agnes Grey'e haksızlık yapıldığını düşünmeden edemiyorum. Tüm kardeşlerin kendine has özellikler ve üslupları var ve bu çerçevede hepsi de ortaya birer şaheser çıkarmış. Tıpkı diğer kitaplarda olduğu gibi - hatta belki daha da fazla - altı çizilesi, üzerinde düşünülesi, yalın ve açık anlatımına hayran olduğum birçok yer buldum. Açıkçası beklentilerimin epey üzerine çıktı.
Bir de Storytel'den Deniz Yüce Başarır'ın muhteşem seslendirmesiyle dinlediğim için benim için cidden harika bir okuma/dinleme deneyimi oldu. Anne Bronte bundan böyle benim için diğer kardeşlerinden aşağı kalır yanı olmayan bir yazardır. Diğer kitabını da okumayı düşünüyorum. Keşke bu kadar erken vefat etmeselerdi de daha fazla eser okusaydık kendilerinden.