-İnşaallah, dedi Mehmet.
Yüzündeki hüzün, gülümsemeyle karışıktı. Aralarındaki konuşmada bu atmosfer häkimken, aracın çok acı şekilde fren yapışını ve sonra yalpalayarak bariyerlere çarptığını gördüler. O kısa zamanda, öğrencilerin canhıraş çığlıkları altında, ikisi göz göze geldi ve ne anlatmak istediklerini ve neyi anladıklarını bakışlarıyla onayladılar. Ölüm tüm gerçeğiyle karşılarına dikilmişti. Orhan, Mehmet'in elini kavradı ve içinde dualara başladı. "La İlahe illallah" zikri eşliğinde uçurumdan düşüyorlardı. Çığlıklar ise kulakları patlatırcasınaydı.
Hayat durmuştu, zaman durmuştu. Sanki verilen ömür yaşanmamıştı. Ötedeki hayat başlayacaktı. Savunulan - kirler, değişmez hakikatin mizanına vurulacaktı. Verilen mühlet bitmiş, kişiler için kıyamet kopmuştu.
Ölüm, hayat diye özetlenen sürenin finali.
Ölüm, ecel müsemma, her an gölge gibi kişinin peşinde Ölüm, sekerat-ül mevt ile tanımlı; duygular, istekler bo ğazda dizi dizi düğümlenir. Ölüm, bedensel fonksiyonların art arda çark dişleri
gibi kırılması. Ölüm, dünyadan kabre zorunlu göç: ama yalnız geçmiş adına her şeyin bittiği an.
Ölüm, kişiye göğün çatırdayışını hissettirir, ufka sabitlenip kalan gözler onu anlatır. Ölüm, sılası olmayan gurbet, özlemi pişmanlık.
Yaşama mola vaktidir, irade dışı, seçmeksizin, Onca gürültü/debdebe içinde kısa bir sessizlik...
Tevbe kapısı kapanır, nedamet anlamını yitirir ve geriye dönüş çırpınması sükût-u hayal. Sadece kişiye ötesi kalır, korkunç bir belirsizlik ve bir an: Hiç yaşamamak gibi, yaşamaya adanan gerekçelerin kıymetsiz taşları...