Peki nerede bulunur o sözcükler
ilk denizin aydınlattığı
o gözlerini açabilen
dil yarası taşımayanlar
o ışığın bilgelerince korunanlar
tutuşmuş göğe yükselebilmen için
sözcükler
suskunluğa sürüklenen bir evreni
senin ilkyazlarına çekip getirenler-
öylesine derine indim ki
doğumumu aşıp
ulaştım sonunda eski ölümüme
o da beni gerisin geri
bu şakıyan piramide yolladı
ölçmem için ateş almış
suskunluk ülkesini
beyaz bir özlem duyuyorum sana
ölüm -vazgeç üvey babam olmaktan-
sürekli ölmeyi öğrenmek
bu içi geçmiş yaşamda
hava kapısından kaçıp
yeni günahlar getirmek uyuyan gezegenlerden
soluğun o eski nesnesinde
en son alıştırmayı yapmak
ürküp yeni ölümden
gözyaşları nereye aktı peki
dünya kuruyup gittiyse?
Doğruca en uçta sınırda durana
acıyla köşe kapmaca oynamadan
tadını almak için dirilişin
ağzıma kum doldursam
ancak o zaman düşebilirim belki ardınıza
terk ettiniz siz benim hicranımı
sevgimden ayrı düştünüz
canlarım benim-
Açtır hep
boş zaman
gelip geçiciliğin yazıtına –
Gecenin sancağına sarılı
mucizelerle sarmaş dolaş
tek bildiğimiz
senin yalnızlığının
benim yalnızlığım olmadığı –
Belki bir de
düşlerin elde ettiği bir yeşilin
ya da
bir ezginin
parıldayabileceği öndoğumda –
Dilimizin inleme köprülerinden duyduğumuz
derinliğin belli belirsiz uğultusu –