“… arzuladığımız bir şeyi elinde tutan kişiye beslediğimiz sevgiyi o kişi elinde tuttuğu şeyi sevse de besleriz. Şüphesiz bu durumda, doğrudan ihanete varacak olan bir dostluğa karşı direnmek gerekir.”
“Albertine’e aşık değildim artık. Olsa olsa, bazı günler, havanın duyarlılığımı değiştirerek, uyandırarak beni gerçeklikle tekrar ilişkiye geçirdiği günler onu düşünüp acı bir kedere gömülüyordum. Artık var olmayan bir aşkın acısını çekiyordum.”
“Günün birinde Albertine’i artık sevmeyeceğimi daha önce pekala tahmin edebilirdim aslında. Albertine’in şahsının ve eylemlerinin benim için taşıdıkları önemle, başkalarının gözündeki önemi arasındaki farktan yola çıkarak, aşkımın ona yönelik olmaktan ziyade, benim içimde olduğunu anladığımda, aşkımın bu öznelliğinden çeşitli sonuçlar çıkarabilirdim; özellikle de, zihinsel bir durum olduğuna göre, şahıstan epey daha uzun ömürlü olabileceğini, ama bir yandan da, o şahısla gerçek hiçbir bağlantısı ve kendi dışında hiçbir dayanağı bulunmadığı için, en kalıcı olanlar dahil, bütün zihinsel durumlar gibi günün birinde mecburen kullanım dışı kalacağını, ‘ikame’ edileceğini ve o gün beni Albertine‘in hatırasına sevgiyle, hiç kopmamacasına bağlayan şeylerin hepsinin yok olacağını düşünebilirdim.”
Albertine Kayıp) öncekilere göre kat kat daha derin ve etkileyici duygu aktarımlarının bulunduğu romanlar bence.
Mahpus'ta anlatım daha çok Proust'un Albertine'e olan yüceltilmiş aşkıydı.
Artık sevmediğimiz ve yıllar sonra karşılaştığımız kadınlarla aramızda ölüm yok mudur gerçekten de? Artık bu dünyaya ait değildirler sanki, çünkü aşkımızın artık var olmaması onların eski benliğini, bizim de eski benliğimizi birer ölüye dönüştürür.
İnsanlar duyularının yetersizliği nedeniyle nesnelerin sayısız niteliğinden ancak sınırlı bir bölümünü algılayabilirler. Biz görme duyusuna sahip olduğumuz için nesneler renklidir; yüzlerce duyuya sahip olsaydık, kim bilir başka ne sıfatlara layık olacaklardı? Ne var ki, bizim ufak bir kısmını bilip tamamını bildiğimizi zannettiğimiz küçücük bir olaya bile bir başkası adeta bir evin karşı tarafındaki pencereden, farklı bir manzarayı seyredercesine baktığı için, nesnelerin sunabileceği farklı görüntüyü anlamamız kolaylaşır.
Eskiden Albertine'i kendimden çok önemsiyordum; artık benim için önemli değil, çünkü onu bir süre görmedim. Ölüm sebebiyle kendi benliğimden ayrılmama isteğim, ölümden sonra dirilme isteğim devam ediyordu, Albertine'den hiç ayrılmama isteğime benzemiyordu. Peki bunun sebebi, kendime Albertine'den daha fazla değer vermem, onu sevdiğim sırada kendimi daha fazla sevmem miydi? Hayır, sebep, onu görmeyince sevgimin bitmesi, ama kendim de gündelik ilişkim, Albertine'le ilişkimin aksine kopmadığı için, kendime olan sevgimin bitmeyişiydi. Ya kendi bedenimle, benliğimle ilişkim de kopsaydı? Şüphesiz sonuç aynı olurdu. Hayata bağlılığımız, başımızdan nasıl atacağımızı bilmediğimiz eski bir ilişkiden başka bir şey değildir. Gücünü sürekliliğinden alır. Ama bu ilişkiyi koparan ölüm, bizi ölümsüzlük arzusundan kurtarır.