Pisuarlar şaşırtıcı ölçüde temiz görünüyor ve nihayet bir eve kavuşan adamın sevinci çok dokunaklı, kendinden önce orada kalan kiracıyı taşınmaya ikna edebildiği için duyduğu sevinci, ikiyüzlülükten uzak bir merhametle anlatıyor. O zamanlar pisuarlar hâlâ pisuarmış, taşınmaya ikna ettiği adam kısa aralıklarla önce annesini, sonra babasını, ardından da kızını Altona'daki bu okul tuvaletinde tüberküloza kurban vermiş.
Bize kimse yardım etmedi, ne şimdi dilleri çok uzayan o profesörler ne de bizi yargılayan siz hukukçular. Ben de bir hukukçuyum. Bir hukukçu olarak sessiz kalarak Nazizm’e destek veren eski kuşağı suçluyorum.
"Trenler, bütün bir sonbahar doğudan batıya göçmen taşımıştı. Perişan, aç ve istenmeyen bu insanlar, istasyonlardaki karanlık, iğrenç kokulu sığınaklara yahut yerle bir edilmiş Alman şehirlerinde yenilginin anıtları gibi yükselen, penceresiz, dört köşeli gazometrelere benzeyen sığınaklara doluşmuştu. Kaderlerine sessizce boyun eğmiş de sessizce otururmuş gibi görünen bu sözümona önemsiz insanlar, Alman sonbaharına karanlık bir öfkenin damgasını vuruyorlardı."
Sadede gelirsek, bütün sorun itaatin zorunlu bir ilke olarak kabul edilip edilmemesi. Bunu bir kez kabul edersek, çok geçmeden, itaat talep eden devletin en iğrenç şeylere bile itaate zorlayacak araçlara sahip olduğunu da görürüz. Devlet koşulsuz itaat ister.