.
Mevlana; “Ne arıyorsan ‘o’sun sen.”
Bu özellikle modern hayatta ne aradığını, ne olduğunu ve ne olmak istediğini bilmeyen insana çok önemli ipuçları veriyor, yâni insanın varlık sebebi ve hayatının anlamına dâir bir şeyler fısıldıyor.
.
Modern hayat, insanı yalnızca dışını süsleyen bir organizmaya indirgedi. Ona, body çalışmaları ile vücudunu güzelleştirmeyi, anti-aging çalışmaları ile yaşlanmaya karşı durmayı öğütledi. Oysa yaşlanmaya karşı olmak demek âdetâ ölüme karşı olmak demekti. Hâlbuki bilgelik anlayışında 1-7, 7-14, 14-21 yaş araları gibi insan hayatında 7’li devreler bulunmaktaydı. Her dönemin, insanın oluşumunda, tekâmülünde ve mâneviyatının ilerlemesinde önemli payı vardır. 40’lı yaşlarından sonra ise bir olgunluk, bir kemâl ve daha üst derece bilgeliğin açılması şeklinde bir anlayış vardı gelenekte. Fakat bu kaybedildi. Ve yaşlılık bir problem ve kurtulunması gereken bir hastalık olarak gösterildi.
Mânâ içeridedir, söz dışarıdadır. İnsan bedeni dışarıdadır ama insanın hakîkatı, insanın içindedir.
Dolayısıyla, Yûnus, “Bir ben vardır bende, benden içeri” derken ezoterik bakışını ifâde etmiştir.
.
İnsân-ı kâmil size kendisini tanıtmıyor. Bu kâmil, size yine sizde olanı tanıtıyor. Geleneksel eğitim anlayışında bir kişinin kendisini tanıyabilmesi için dışarıdan birisinin ona kendini görsün diye ayna tutması gerekir. Buna “Cemâl cemâle karşı” denir. İşte bu noktada demişlerdir ki bir öğretmeni kabullenmeyen kişi kendi hodbîn nefsini öğretmen edinmiş olur. Nefs de şeytândandır. Nefsin öğreteceği şeyler de dolayısıyla şeytânî şeyler olacaktır.
Mevlânâ bir gün demirciler çarşısından geçerken demirci esnafının demiri döverken çıkarmış olduğu örs sesini dinlerken, o ritim onu vecde getirmiş ve o vecde geliş hâliyle durduğu yerde dönmeye başlamıştır. Bir müddet dönmüş, sonra bırakmıştır; daha sonra buna semâ’ denmiştir.
İslâm dini, din, her şeyden evvel mânevî bir olgudur. Bu mânevî yapının tabiî ki sosyal uzantıları vardır ama ikinci merhaledir. Siyasî bir ideoloji olarak vahyolunmaz din. İnsanları kurtarmak üzere gelmiş bir mânevîyat yoludur. Peygamberin birincil vasfı Allah’la kul arasında yaptığı aracılıktır. Allah’tan insanlığa getirdiği mesaj ve onun talimi, öğretimi bir doktrindir. Konjonktür gereği ârızî olarak başına gelirse savaşır ama talep etmez savaşı. Gayesi savaş değildir...