Kitap, kadının öncelikle bu ‘yeni dünya’daki konumunu sorgulatıyor ve bireyin var olma mücadelesinde kadının iki-üç kat daha fazla engel aşmak zorunda olduğunu gözler önüne seriyor. Göç hikâyelerinin atmosferini ustaca kuran masalsı girizgâhtan sonra tanıştırıldığımız ilk karakterin şehirdeki yeni hayatına eğiliyoruz.
Henüz tanıdığımız bu karakter (Sakine) bir iş gününü daha tamamlamak üzereyken çalıştığı hukuk bürosuna bir adam gelir. Ve ortada hiçbir neden yokken şımarıkça öfkelenip Sakine’yi dövmeye başlar. İşin acı tarafı, Sakine’nin yediği bu dayağın nedensiz ve anlamsızlığına karşın korkunç bir biçimde ‘olağan’ gelen bir yanının olmasıdır. Karakterle birlikte bizim de içten içe bildiğimiz bir gerçektir bu: Erkek genelde kadından fiziksel olarak daha güçlüdür. Hukukun, polisin, dinin ve nihayet devletin de cinsiyetinin erkek olduğunu düşündüğümüzde, bir kadının yaşamı boyunca şiddet görmemesi, karşılaştığı erkeklerin keyfine ve dünya görüşüne bağlıdır.