Ama asıl şiir kadınlardır, bu çiçeklerden yapılarak odanızın yaldızlı hücrelerinde narin çiçekliklerde ıtırlı hatıralarıyla size gülümseyen demetlerdir. Bence işte aşkın felsefesi bundan ibarettir.
Bu romandan sonra her Göksu deresine gittiğimde Adnan Bey ile Bihter'in karşılaşma sahnesini gözümde canlandırıyorum. Bence roman tam bir dönem romanıydı. Dönemi o kadar iyi ifade etmişti ki, etrafta dolaşan insanları bile görebiliyordum. Bence dizide dönem ifade edilmemişti. Diziyi izlemektense romanı okumanın daha akıllıca olacağını düşünmüştüm. Olmuştu da. Batılılaşma sürecindeki sancıları, aile kurumundaki değişimi (bunu yanlı olarak sadece Bihter'in aldatmasına vurgu yapmak için söylemiyorum, Adnan Bey'in kendinden yaşça oldukça küçük olan Bihter'e göz koyması da bence bu çarpıklığın bir örneğidir, hatta Bihter'in annesinin aslında Adnan Bey'in kendisine teklif edeceğini düşünmesi ve kızını bu hayal peşinde koşturması da) çok iyi anlatmış bence. Aklımda şimdi yalnızca büyüyen bir soru: Anneler niye bizi kendi hayallerinin başrolüne koyarlar?
"Ben sanki senin bütün o acılarını, o gizli gizli ağlayan yeislerini hissetmiyor muyum? Sen şimdi kendini herkesten, bütün kalplerden uzak buluyorsun; bütün sevdiklerin arasında yapayalnız… Sen ki sevilmeye o kadar muhtaçsın…"
"İşte erkekler, derdi, Asla memnun değildirler, artık sevmemek isterlerse bütün sükutun gınanım kabahatlerini kadınlara yükletmek için çare bulduktan sonra sevmemek kabahatini de onları bırakmak için bir çareleri tezlil edecek şeyler ararlar."