ATATÜRK'ün birleşmiş bir kütlenin şahlanışı olarak
kurduğu Cumhuriyet, bugün susuz kalmış bir tarla çatlaklığı içindedir. Her çatlaktan Atatürk devrimleri derinlere doğru sızıp kaybolmakta.
Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakikî tarikat, medeniyet tarikatıdır. Medeniyetin emir ve talep ettiğini yapmak insan olmak için kâfidir.
Atatürk, Osmanlı talancılığını yaratıcılıkla değiştirmek
istemiş insandır. Bizce onun devrimi aslında buradan gelmektedir. Ne çare ki bu yaratıcılık çağımızın modern iktisat metodlariyla geliştirileceğine, on sekizinci yüzyılın köhneleşmiş sınıflaşma zihniyetine yöneldi. O devrin şartlarıyla bu
devrin şartları aynı olmadığı için, çıkmaza girdik.
Arkadaşlar, kılıç ile fetihler yapanlar, sapanla fetihler yapanlara mağlûp olmıya ve neticede mevkileriini terk etmiye mecburdurlar.
Biz Atatürk'ün bu sözünü ziraat okullarının duvarlarına süslü püslü yazarak unuttuk ve otuz sekiz yılda bir toprak reformunu dahi yapamadık.
Atatürk, ihtilâlci, halkçı ve gerçekçiydi.
O:
Sosyoloji yönünden bizim hükümetimizi ifade etmek gerekirse "Halk hükümeti" deriz. Sosyal doktrin itibarıyla biz hayatını, bağımsızlığını kurtarmak için çalışan işçileriz. Zavallı bir halkız. Mahiyetimizi bilelim. Biz bir hakkı çalışma sayesinde elde ederiz. Yoksa arka üstü yatmak ve hayatını çalışmaktan uzak olarak geçirmek isteyen insanların bizim sosval bünyemizde yeri yoktur, hakkı yoktur" diyordu.
Anlamıyoruz ki Atatürkçülük aklın icabını yapmak demektir. Anlamıyoruz ki Atatürkçülük halk istismarcılığına
karşı olmak demektir. Bu prensipleri gayri meşru menfaatler
sağlamak için çiğnediğimiz müddetçe Türkiye’nin ayakta
durmasına imkân yoktur.
Efendiler, kılıç kullanan kol yorulur, sonunda kılıcı kınına koyar ve belki kılıç o kında küflenmiye, paslanmıya mahkûm olur. Lâkin sapan kullanan kol gün geçtikçe daha çok kuvvetlenir ve daha çok kuvvetlendikçe daha çok toprağa malik ve sahip olur.