En sevdiğim yazarlardan Kazuo Ishiguro’ nun “Avunamayanlar” kitabı ile geldim.
Ünlü bir piyanist Ryder, isimsiz bir şehre resital vermeye gelir. Ama bölük pörçük hafızası ile bu piyanist ve ondan bitmeyen tükenmeyen beklentileri ile bu şehrin insanları, okuru adeta sıkıntılı bir rüya görüyormuş hissine sokuyor. Hani bazen rüya görürsünüz, gitmeniz gereken bir yer vardır ama ayaklarınız adeta bataklığa saplanıyordur ve gideceğiniz yere gidemezsiniz; işte bu kitabın verdiği his o his. Ryder bir yerlere yetişmeye çalışıyor ama sürekli o veya şu sebepten engelleniyor şehrin insanları tarafından ve yetişemiyor işte oralara. Akıntıya kendini kaptırmış gibi oradan oraya savruluyor. İki saniye önce ilk kez gördüğü kadının karısı olduğunu anlıyor mesela ama hiç de sorgulamıyor bu absürt durumu, akışına bırakıyor. Bu da aslında Ryder’ın tüm bunları gerçekten yaşamadığı ve rüya gördüğü izlenimini bıraktı bende.
Ayrıca piyanistimizin ailesiyle olan iletişimsizliklerini, yüzleşilemeyen sorunlarını farkediyoruz. Başından sonuna kadar arayıp bulamadığı annesi, babası, bir öfkelenip bir özlem duyduğu karısı, sarılmak istese de terslemekten başka bir şey yapamadığı minik oğlu…
Kitap, yazarın diğer kitaplarına nazaran daha kalın hatta okuması sıkıntılı bir kitap olsa da etkileyici ve tatmin ediciydi. Düz bakarsak sonu oldukça sıradan bitiyormuş gibi görünse de ucu kesinlikle açık bir kitaptı. Daha önce yazarın diğer kitaplarında da olan bu ucu açıklık, adeta yazarın elimize kalemi verip boşlukları doldurmamızı istemesi, benim sevdiğim bir tutum. Bu kitapla ilgili de kendimce bir kaç teorim yok değil.