dağınık saçlarımın yarısı gurbet yarısı hasret
geçen her günüm aslında bir yığın gamdır
gülümsemelerim objektiflere böyle kaygısız
sahte olsa bile zamandan intikamdır
(Arka Kapaktan)
Şiire ve Şaire Dair "Ay Adası"
Kimi insan ıssız bir adada, yapayalnız yaşamak , orada her istediğini gönlünce kimseye danışmadan sormadan yapmak ister. Bu arzu kimi zaman en sevdiği ile birlikte de olabilir. İmge olarak ada yaşanılan gerçeğin, kendi ruh dünyasında ışıklandırılması olarak da algılanabilir.
Şiirin sessiz gemisinde, enginlere yol alırken, karşısına neyin çıkacağını çoğu zaman kestiremezsiniz. Hele şair de delişmen, duyguları c oşkun ise, tesadüfünüz bir kat daha artar. Ancak macera tutkunları için böyle bir yolculuğun zevki de bir başka olur doğrusu.
2000'li yılların başında, şiirin geçmişini sorguladığımızda, geleceği hakkında çok rahat ipuçları elde edebiliyoruz. Şiir 1900'lü yılların son çeyreğinde gemisini karaya oturttu.
Kurtulmak için harcanan çabalar da , istenen sonucu vermedi. Böylece, engin ufuklara yelken açacak olan şiir, karanın karanlığında, kendine yol bulmaya, sığ sularda denizi, ummanı hayâl ederek yol almaya çalıştı. Şiir de, şair de sığlaştı.
Türk şiirinde ilk sözlü verimlerimizden bu yana, hem şekilde, hem de muhtevada çok büyük değişikliklerin yaşandığını görüyoruz. Ancak, bu değişiklikler içerisinde, ilk kaynağını hiç bozmayan, hep o kaynağın suyundan beslenen halk şiiri, halkın şiiri kalıcı olmaklığını sürdürdü ve sürdürmeye de devam ediyor. O halde şöyle bir hükme varmamız sanırım yanlış olmayacaktır.
“Türk şiiri kaynağını değiştirdikçe değer kaybetti, özünden uzaklaştıkça muhatap bulamadı.”
Genç şairlerin şiirlerinde, kendi ruh dünyamızın ilk çırpınışlarını görür, gelecek için büyük umutlar duyarız. Bu umutların hep yeşermesini bekler, çoğu zaman da hayal kırıklıkları yaşarız. “Ahmet Doğru” Türk şiirinde yeni bir soluk olma yolunda, kendi ruh dünyasından terennüm eden çırpınışları bizimle paylaşma arzusunda olan bir şair. “Ay Adası” [1] adını verdiği şiir kitabı, güzel bir zarfla okuyucuya, şairane bir anlatımla sunulmuş.
Şairin etkilenmesi ve etkilemeleri her zaman olmuştur, günümüzde de olmaya devam edecektir. Biz sosyal bir varlığız. İçinde yaşadığımız ortamın her türlü olumlu ve olumsuzlukları bizi etkilemekte ve bu etkilenmeler neticesinde de tavır sergilemekteyiz. Ahmet Doğru şairane bir tavır sergilemiş şiir kitabı boyunca. Bu tavır hiçbir zaman isyan noktasına ulaşmamış, olabildiğince dengeli ve ayakları yere basan bir şair hassasiyeti ölçüsünü muhafaza etmiştir.
Sevgiler paylaşıldıkça artar, yaşandıkça güzelleşir. Doğru, paylaşma arzusunda olduğu sevgilerini çocuk saflığı ile tanımlıyor.
“Kentin en güneyinden
Işıkların dağınık gölgesinden
Kucak dolusu devşirme çiçekle
Çocukça gelivermeli
Avuç içimin en fazla gülümsediği ay önceleri
Bulutsuz yağmurlu günüdür
Çok hoş gördüğüm aşkın” (s.7)
Şair sevince ve nefret edince yazar. Aslında bu sözün doğru olduğuna inanmamak elde değil. Çünkü her iki hâl de aşırı bir yoğunluk oluşturmaktadır. Şiir de, bir yoğunluğun sonucunda doğduğuna göre, şairi şiire götürende ya sevgileri ya da nefretleridir. Sevgi ve nefret de kendi içinde bölümlere ayrılabilir. Sevgi aşktır, ilgidir, sempatidir, özlem duymaktır, hasrettir. Nefret ise, acıdır, kederdir, kızgınlık, sitemdir. Ahmet Doğru, içinde yaşadığı toplumun gerçeklerinden kaçmadan her iki olguyu da ifade etmeyi başarabilmiş ve bu konuda üzerine düşen sanatçı sorumluluğunu hakkıyla yerine getirebilmiş bir şairdir.
Türkiye felaketleri arka arkaya yaşarken, sanatçılarımız bu felaketlerin doğurduğu duyguları, şiire döktüler. Kimi ağıt yaktı, kimi hüzünlendi, ağlamak yerine sitemi yeğledi. Her şairin olayları yorumlaması ve bu olaylar karşısında ifade ettiği duyguları farklı farklıdır. Doğru, deprem karşısında;
“ buz tuttu dudağımı içimde kan tutuştu
yakman beni ey acı
güzelim gün tutuştu
uyandık cehennemle büyüdü bütün gözler
oy yandık yer yarıldı
deprem birden tutuştu.” (s. 10)
Derken, depremi bir cehenneme benzetir.
Şiirde üzerinde durulması gereken önemli noktalardan biri de, ele alınan eserin, içinden çıktığı edebiyat ortamını yansıtma potansiyelidir. Eğer şair kendi gerçeğini, bütün gerçeklerin ötesinde ve ötesinde tutma anlayışı içinde ise, onun şairliği ve şiirleri çok fazla muhatap bulamayacak, zaman içinde de yok olup gidecektir. Onun içindir ki, her şair deniz feneri arayıp onun yol göstericiliğinde yol almak yerine, kendisi deniz feneri olup yol gösterme gayreti içinde olmalıdır. O zaman şiir gelişecek, şair büyüyecek ve kalıcı olacak.
Ahmet Doğru'da, imajlar keskin ve olabildiğince şairane, “uyuyamadım gözlerim yıldız gibiydi gecelerimi lime lime ettin sen” (s.13) derken, “gözlerin yıldız” olması orijinal bir çağrışım ve şairin kendince güzel bir buluşudur. Yaşanmış gerçeklerin anlatımını, her insan farklı kelimeler dünyası ile ifade eder. Şair ise, şiirin dilini ve imkânlarını kullanır. Ahmet Doğru'nun şiirlerinin tamamında bu farklı söyleyişin izlerini görüyor, şiiriyet hassasiyetine düşmeden, samimiyet havası hissediyoruz.
“ aşkınla mısralarım tutuşur hece hece
yâr seni düşündükçe divâne oluyorum.
yıldızlar dökülecek korkusuyla her gece
on dörtlümü kaldırıp göğü kurşunluyorum” (s.17)
Cenap Şahabettin “Elhan-ı Şita”da, karın insanı kendi ruh dünyasında oluşturduğu manzarayı anlatır. Mevsimleri konu edinen şiirlerde, kimi zaman da yağmur vurur camlara, şairin ruhunda yeni bir derinlik oluşturur. Ahmet Doğru,
“ sabah gökten kar / inci gibi dökülürken seni düşündüm .”
mısraında, karın sevgilisini düşünmesine sebep olduğunu ifade etmiştir. Cenap, kelebeklere, meleklere benzettiği kar, Doğru'nun çağrışım dünyasında, düğün anında, gelinle damadın başına yağan konfeti olarak ortaya çıkar. Karın olumlu ve olumsuzluğunu bir arada gören ve iki düşünceye de farklı açıdan bakan Doğru, karın ürpertici, soğuk, insanı olumsuzluklara sürükleyen yönü üzerinde de durur. Her çağrışım kendi içinde, farklı yeni çağrışımlar oluşturur. Bu çoğu kere iki uçludur. Ortası, pek olmaz. Ancak Doğru, “kar” karşısında olumlu, olumsuz çağrışımları dile getirdiği gibi, kendi tabiriyle “nötr” de kalabilmiştir.
“ kar düşlerimin son bulacağını
baharda yağmurun karı yenebileceğini
bilmezdim.” (s.27)
Ahmet Doğru'nun şiirlerinde görülen özelliklerden biri de, kendi dünyasını paylaşma ve bu paylaşımları olabildiğince saf ve temiz bir şekilde sunma hassasiyetidir.
“ suskun yüreğimde filizlenir nağmeler
içime atamadığım
duygularım ölecek.” (s.31)
mısralarında, onun bu yönünü açık bir şekilde görebiliyoruz. Şiirde, his ve hayal vazgeçilmez iki unsurdur. Bu iki duygunun bütün özelliklerini Doğru'nun şiirlerinde görüyoruz. Kimi zaman “Dağları Eriten Hüzün” oluyor, buna da
“gün batıyor vakit akşam ayrılık
mısralarım kelimeye dökülmez.” (s.33) çağrışımları sebep oluyor.
“Aşk ağlatır, dert söyletir” demiş atalarımız. Şair de mısralarında ağlar. Aşkını mısralara döker. Doğru, aşk karşısındaki tavrını “Ne İçin Düşmüşüm Kara Sevdaya” başlıklı şiirinde dile getirir.
Gecenin sessizliği içinde ve ayın ölgün ışığı altında depreşen duygular ayrı bir ortamdır şair için. Böyle bir durumda,
“ alev alev duygular nakışlara döküldü” (s.45) mısraını söyletir şaire.
Şiir kitabına adını veren “Ay Adası” şiiri, belli bir zaman diliminin şiiridir. 00.50'de başlayıp, 01.50'de biten bu şiirde şair, derinliklerin içinden, kendi ruh dünyasının çağrışımlarını yansıtır.
“ gözlerimle öpeyim gözbebeklerini” mısra ile, yine farklı ve orijinal biri buluşu daha gerçekleştirir.
Suskunluk şaire yakışmaz, o sürekli yazmalı ve söylemeli. Ahmet Doğru, yakaladığı bu mücevher sandığını, paylaşmak için, cesaretini kaybetmemeli. Her ne kadar kimileri bu şiirlerde aradığını bulamasa, kendince yorumlar getirse bile, O, cesaretle şiir yazmalı. Çünkü, keşfettiği yol, kendisini doğruya götürecek, deniz feneri olabilecek bir yol.
Doğru'nun şiirlerinde, hüzün ve hasret, aşk ve acı iç içe verilir. Bu yoğunluk, şiir okuyucusunda özel bölümler oluşturmasına sebep olabilir. Hayat acılar karşısında bizim direncimizi artırır. Ölüm, ayrılık, yokluk gibi temlerin şiirde çokça yer bulması, kaçış gibi geliyor. Bu kaçış, bir yerde insanı kendi gerçeğinden uzaklaştırır.
“Ay Adası” adlı şiir kitabı beş ana bölüme ayrılmış. Şair, aynı zamanda akademisyen olduğu için bilimsel bir tasnif yaparak, “İlk Söz” bölümünde şair, kendince şiirinin ve şiir anlayışının işaretlerini vermeye çalışmış. “Gecenin Gizemine” başlıklı bölümde ise, yoğun duygular ve hüzünlü havaların, insanda bıraktığı etkileri üzerinde durularak, şiire yeni bir anlam derinliği sağlamaya çalışmıştır.
“Ayın Aydınlığına ve Güneşin Güzelliğine” adlı bölümde zıtlıkların keşfine çıkan şair, son sözde yine hüzne yönelmiş.
Şairde şiiri aramak sevdasında olmayanlar, gerçek şiire gidiş yolunda kendince lezzet almak isteyenlerin tat bulacakları “Ay Adası” şiir kitabının, şiirin çöl olduğu günümüzde, serap olmaktan kurtulup, bir vaha olmasını diliyorum.
Prof. Dr. Gıyasettin Aytaş
Cemre, S. 12, Şubat Mart 2000.