Deprem ve Biz
Göç.
Cennet’ten dünyaya
Dünyadan kabre, ahirete, ebedi hayata.
Bir deverandır dünya.
Insan, ağaç, kuş, börtü böcek… Hep aynı kervanın yolcularıyız.
Gemimiz bir, tufanımız bir.
Doğup büyüyoruz, evlenip eş, çocuk sahibi oluyoruz, Yaralanıyoruz, yaşlanıyoruz, saçımız başımız ağarıyor. Sonra dokülüyoruz tel tel. Artik yetmediğinde nefesimiz, ölüm alıp götürüyor asli vatana. Bazen bir trafik kazası, bazen bir sel felaketi, bazen de bir depremle göç ediyoruz.
Bebek-çocuk, genç yaşlı, kadın-erkek demeden. Toplamadan valizleri, toparlanamadan hazırlıklı-hazırlıksız. Bir zelzele olunca önce içimiz sarsılıyor. Yıkılıyoruz, elimiz ayağımız dolaşıyor…
Yuvamız, yediğimiz içtiğimiz, yatıp kalktığımız, gece gündüzümüzün geçtiği binamız ya yerle bir olmuş, ya da büyük hasar görmüştür, kullanılmaz olmuştur.
Evet, Türkiye deprem kuşağında bir ülke, kabul edelim. Bu yılın başlarında Elazığ ve Malatya’da depremi yaşadık.
Son olarak da İzmir sarsıldı. Milletçe üzüldük.
Devlet, vatandaşının imdadına koştu. Bütün imkânlarını sefer- Sivil toplum kuruluşları oradaydı, vatandaş elinden ne gelirse yardımını esirgemedi. Enkazdan burnu bile kanamadan çıkarılanlar oldu. Kâh bir anne, kâh bir baba, kâh bir çocuk yaralı olarak kurtarıldı.
Bunları gördükçe çok sevindik, umutlandık. Hakk’a hamd ü senanin sembolü olarak tekbirler getirdik.
Umutlar artıkça arttı, hüzün ve tebessüm bir aradaydı. Çünkü bilirdik ki, bir can kurtarmak; bütün insanlığı kurtarmak kadar azizdi. Tabii bunun yanında kurtarılamayarak ölen onlarca vatan daşımız da oldu.
Kimimiz duasıyla, kimimiz parasıyla, kimimiz gıdasıyla, kimi miz beden gücüyle depremzedelerin yanında olmaya çalıştık. Millet olmanın, Müslüman olmanın, kısacası insan olmanın bir gereğiydi bütün bunlar.