Atatürk ve arkadaşları için bu uluslaşma, ulus devleti inşa sürecinde dört ilke çok hayatıydı; çağdaşlaşma, laiklik, ulusal egemenlik ve bunun bir devamı olarak halkçılık.
Sonunda 1989 yılının 19 Mayıs'ında, Muammer Hoca'nın uzun yıllar başkanlık yaptığı Türk Hukuk Kurumu'nun salonunda bir basın toplantısı düzenleyerek Atatürkçü Düşünce Derneği'nin kurulduğunu resmen ilan ettiler.Kurucu Başkan Prof. Dr. Muammer Aksoy'du.
Şuna bir kez daha kanaat getirdi ki bu topraklarda öğretmen mukaddes bir varlıktı. Ve öğretmenler, bir gencin yaşamına dokunup tüm akışını değiştirebilecek sihirli bir değneğe sahip perilerdi...
Bahriye Üçok bir ışık hüzmesiydi... Onun için partililerin onayını almak zor olmayacaktı. O çocukluğunda geçimlerini sağlamak için yaptığı üçüncü sınıf gemi yolculuklarını, doktora tezini yazarken bir yandan çeviri yapıp diğer taraftan dikiş dikmişliğini, evde iki memur maaşıyla zar zor geçinmişliğini asla unutmamıştı. O bir akademisyen olduğu kadar, bir Karadeniz kızıydı da... Kolay pes etmeyecek, çizmesini giyip sahaya inecekti... Sıcak siyaset onun için daha yeni başlıyordu...
Gazi Paşa'nın dediği gibi dans, balo hepsi bahane... Önümüzde uygar bir dünya var, o dünyaya ayak uydurabilmek, bilimde, sanatta, felsefede ona yaklaşabilmek esas mesele... Zaten inkilaplar da böyle bir çağdaşlaşma tahayyülünün parçası değil mi?...
Siyaset kısmen genetiktir. O gen sizde varsa gün gelir görev sizi çağırır… Belki üniversitede bir fizik profesörü olabilirsiniz, belki de bir gazeteci… Üstelik siyaset yapmayı isteyip istememeniz de önemli değildir, kendinizi aniden içinde bulursunuz.
Ekim soğuğu Ankara’yı sarmış olsa da huzur bulabildiği, nefes alabildiği tek yer burasıydı. Ne çok mücadele etmişlerdi bu şehirde… Ne çok sıkıntı ne çok sevinç yaşamışlardı.