Tanımadığın bir sokakta yürürken birdenbire onun da yanında olmasını istediğin, içinin ürperdiği kısacık bir an... Bir yerlerden istemsiz çıkıp geliveren bir yüzün, tutmak istesende silinip gittiği o kısacık an…
İncelemelerde ve verilen yüksek puanlarla abartılmış bence. Dilini beğenmedim, oldukça basit bir dil kullanılmış. Yer yer yapılan benzetme ve betimlemeler bana çok yersiz geldi. Canan Tan'dan sonra, başladığım kitabı yarım bırakmayı sevmediğimden, sonuna kadar okumak zorunda kaldığım ikinci kitap oldu.
Derinlerde bir yerde yüzlerce yıldır üstünü örtmüş, gizlenmiş, hayatın sırlarını vermek için birilerinin kendilerini bulmasını bekleyen insanlar vardı.
"eğer,hayatımızın herhangi bir an'ına gidip orada sonsuza dek kalacaksınız deseler yalnızca iki şeyden birini seçmek isterdim.biri,o çocukluğun bahçesindeki ağacın dalına asılı salıncakta sallanırken...
öteki,bütün hayatım boyunca en çok sevdiğim adamla öpüştüğüm ilk gün..
herkes aşık olmanın ortak dilini bulup yazmaya çalışıyordu.
ama aslında bu kadar basitti işte:
birini öptüğünde salıncakta sallanır gibi hissediyorsan aşıksın..."
İki hayatım vardı. Biri yalnızca içimde, kimsenin haberi yok. Sanki kendi kendimin sırdaşı gibiydim. Sanki o bir başkasıymış gibi oturup kendimle konuşuyordum.
O günlerde imkansız şeyler üzerine kitaplar okuyordum. Yüzyıllar önce tutulmuş günlükler... Ateşli aşk satırları... Çaresizlikle bekleyerek, imkansız bir aşkın acısıyla geçip giden bir ömrün anlatımları...
Zaten yaşananlar yazılmıyor ki...