Hep bir hayret halinde değil midir aşık? Şaşkınlık değil midir aşk? Yeryüzüne öykünür aşık, gök yüzüne vurulur, sonra perde aralanır, onların Malik’ine, şeylerin Halik’ine, mülkün gerçek sahibi ne tutulur. Sıtma olmuş gibi titrer, titrer de ölmeden ölümü hisseder
Hz. Yunus denizin dibini boylayıp da bir balığın içinde saklanınca anlamış işin aslını. Rabbim, ben kendi nefsime zulmedenlerden oldum, bağışla demiş. Koca peygamber nefsine iki gün dayanamadığı için cezalandırılmış ve pişman olmuş…
Korkutur beni gönül kırmak. Hakka girmek, hak yemek! Adil’dir O, Hakk’tır, Müntakim’dir, Celil’dir, Dâr’dır, Hafıd’dır, Kâbid’dir, Hakem’dir! Allah muhafaza! Kulunun hakkını bizzat O gözetir, kollar.
Böyledir bu iş. Bazen bir dilenci olan Takkeli Eyvallah, bazen de bir köylüdür Allah dostu. Bu iş şakaya gelmez. Hor görmeyeceksin hiç kimseyi. Aşağılamayacaksın, tepeden Bakmayacaksın! Fakir fukaradır demeyeceksin, çobandır anlamaz diye düşünmeyeceksin, köylüyü cahil bellemeyeceksin!
“Misal, şu “kırk” kelimesi. İlk bakıldığında tek bir rakam sanırlar onu. Hâlbuki “kırk”, dolu dolu geçen bir dönem demektir, kemale ermedir, çileyi tamamlamadır, pişmedir, tam olmadır. Anne karnında bir bebek kırk hafta kalınca doğuma hazır olur, ölünün kırkı çıkınca helva dağıtılır, derviş kırk gün çile çeker ve peygambere bile vahiy kırk yaşında gelmiştir. Öyle kıymetli bir zaman dilimini anlatır ki “kırk”, artık ondan sonrası sonsuzluktur. Bu yüzden “ kırk bir kere maşallah!” dediklerinde sayısız kere maşallah demiş olurlar. Tek bir kelime işte böyle çiçek gibi açılıverir onu bilenin dudaklarında, dinleyenin kulaklarında.”