Buzlu camın ardında yerçekimi mi azalmış, filmi mi ağır çekim gösteriyorlar, rüyada gibi, kaygan, yağlı, soluk mavi bir duman bulutu içinde bir başka ben, kahredici bir uyuşmuşluk her yanıma bulaşmış, şaşkın, bilinçsiz, saçma sapan dolaşıyorum. Camın bu yanındaki, gerçek ben, ne denli aklı başında ve serinkanlı olursam olayım işe yaramıyor, çünkü ne yaptığını bilmez, paniğe kapılmış öbür ben'i denetleyemiyor, daha önemlisi sesimi bile duyuramıyorum. Yalnızca izliyor ve üzülüyorum...
Günlerce ben sustum ve İstanbul'u dinledim. Uğul uğul, gürül gürül Istanbul aktı, doldu iliklerime, damarlarıma. Kanımın basıncı yükseldi, başım döndü, hasta oldum, yataklara düştüm. İstanbul'un güzelliği hasta etti beni.
"Madrid'e gidiyorum. Okulu da bıraktım. Sakın neden diye sorma!" Sesinde tehlikeli pırıltılar var. Eşyalarını topluyorsun. Hiç konuşmadan seni izliyorum. Her şey kötü, dünya pis, insanlar sevgisiz... Olumlu tek bir şey yok! Günlerce odandan çıkmıyorsun, kimseyle konuşmuyorsun. Yemek yemiyorsun. Her zamanki kısa krizlerin sanıyorum önce, fakat bu kez çok ciddi. Benimle bile konuş- muyorsun. Anneni arıyorum. Gelmesi her şeyi daha da berbat ediyor. Öyle beceriksiz ve yapmacık bir sevgiyle yaklaşıyor ki, iki saat sonra ilk trenle geri dönmesi daha yapıcı oluyor. Else çoktan evlendi. Baban telefonu yüzüme kapatıyor. Çok içiyor, sarhoş dolaşıyorsun. Bazen yakalayıp, toparlanmanı, direnmeni istediğimi anlatıyorum, saatlerce dil döküyorum; ya bağırıp, beni odandan kovu-yorsun, ya da başını omzuma dayayıp, çıldırmış gibi ağlı yorsun. Mutfakta yalnız başıma oturuyorum artık. Ne yapmam gerektiğini düşünüp duruyorum. Bulamıyorum. Geceleri altıgen sokak lambasına soruyorum, aptal aptal bakıyor.