1912’de son şeklini almış çalışması Totem and Tabu'da Freud, “Belirli bir insana yoğun duygusal bağlanmanın bulunduğu neredeyse her vakada, sevginin arkasında gizlenmiş bilinçsiz bir düşmanlık bulduk.” diye yazmıştır. Depresyonun anne-babalara, eşlere, sevgililere ya da arkadaşlara olan kızgınlığı maskelediğini iddia ederek devam etmiştir: Bu kendi adına konuşmaya cesaret edemeyen bir kızgınlıktır.
Bu ilk dönem görüşleri, çoğumuzun sevmediği Freud’a ait; psişik makine, şartlar ne olursa olsun fark etmez, durmak bilmeden uzayıp gider. Belki de Freud’un kendisi bakış açısının çok mekanik olduğunu hissetmiştir ya da belki de 1. Dünya Savaşı’nın dehşeti milyonlarca ölüsüyle beraber onunla konuşmuştur; her ne sebepten olursa olsun, Freud savaşın sonunda depresyon anlayışını genişletmişti. 1917’de yayınladığı “Mourning and Melancholia” [Yas ve Melankoli] başlıklı makalesinde, zaman cinsinden iki düşük maneviyat formu arasında bir ayrım yapar. Depresyon, “melankoli”, istikrarlı bir durumdur, kasvetli bir davul sesi tekrar tekrar çalınır; öte yandan yasın bir hikâyesi vardır. Bir ebeveyn ya da sevgilinin kaybının acısını yaşayan kişi, aşama aşama çaresizliği kabullenir, kaybın ölümü kabul edilir ve ilerleme isteği canlanır. Freud’un klinik dilinde ifade etmek gerekirse “Gerçeği değerlendirme yetisi sevilen nesnenin artık var olmadığını ortaya çıkarmıştır ... (zamanla) gerçeğe duyulan saygı üstün gelir ... benlik özgür bırakılır ve yas tamamlandıktan sonra bir kez daha serbest kalır.”