Jack London’un bildiğim iki üç kitabının kahramanı kurtlar . Yani kurtların gözünden anlatmak istediğini anlatıyor. Neden kurt diye sormadan edemedim.
Mektuplarını bile Kurt imzası ile atan London en sevdiği hayvanı eserlerinde kahraman seçiyor.
Okuduğum bu kitabı elime alıp iki kez bıraktım aslında ama okunan her kitabın olduğu gibi bu kitabın da zamanı varmış, okunmak için anını bekliyormuş. Ki bu kadar zevk alayım diye.
Kitap gerçekten tam bir dünya klasiği. Yani tekrar tekrar okusam yine aynı tadı alacağımı biliyorum.
Kitabı okurken özellikle ortalarına geldiğim de şu soruyu sordum.
Evet doğanın bilinmeyen bu yüzden korkutan yırtıcı,vahşi bir tarafı var. Peki insanı vahşi olmaya sürükleyen nedir? İnsan neden bu kadar vahşi olur ? Çocuklarına karşı, hayvanlara karşı hatta kendine karşı ?
Çoğu yerde yaşananlardan dolayı ürktüm, kızdım ama en çok üzüldüm.
Doğayı, doğada yaşamak için öğrenilmesi gereken yasaları, Tanrı olarak bellediği insanları hatta çocukları bile öylesine katı, kötü, acı veren, sevgisiz olarak öğreniyor ki... Acımasızlığı, yırtıcılığı, dövüşü, kavgayı ona öğreten insanlardı. Ama Beyaz diş kendisine sahip olanlara karşı öylesine sadıktı ki bunu , ona sahip olanlar anlamadı.
Fakat her zaman yaşam da olumsuz, kötü şeyler olmaz. Elbette iyi şeyler de olur. Beyaz Diş’in karşısına çıkan yeni sahibi onu gerçek anlamda öyle sahiplendi ki önce hoşlanma olarak başlayan duygu “sevgi”ye dönüştü. Sahibi sayesinde bambaşka duygular tattı. Vahşi olarak yoğrulan hamuruna sevgiyi, merhameti ekledi.
Baştan sona şaheser bir eser. Mutlaka okuyun. Sevgiyi tadın.