''Bir silaha rastlayan belli bir insan düşünün. Daha önce böyle bir şeyi ne görmüş, ne de işitmiş olsun. Düşünelim ki, bu insanın, karnını doyurmak veya kendini savunmak için öldürmeye ihtiyacı da olmasın. Adam eğilip silahı yerden alır, evirir çevirir, taşa vurur. Bu nesne nedir? Silahı evine götürür ve ne olduğunu anlamaya çalışır. Namlusundan tuttuğunda onun birşeyleri kırıp ezebildiğini, kendisinin tahtadan yapılmış tokmağından daha iyi işgördüğünü keşfeder. Onun için, bu silah, iyi bir tokmaktır. Onun fikri, teorisi, açık konuşalım, bir işe yarar. Başkaları ona bu acayip nesnenin ne olduğunu sorduklarında, 'tokmak' cevabını deney yoluyla ispat da edebilir... Ve işte burada, pragmatik kriterin limiti tükenir. Bir fikir veya teori 'işlediği'nde, bu, daima bizim gerçekliğini sorguladığımız şeye nisbeten oluyordur. Eğer bizim sığ ve sınırlı niyetlerimiz varsa, keşiflerimiz -ne kadar dahiyane olurlarsa olsunlar- bu asli niyetlerimizden daha büyük olamazlar.
...Tesadüfen silahı bulan adam birilerini öldürmek için daha iyi bir yol arıyor olsaydı, kesinlikle silahın gerçek işlevini keşfedecekti. Onun niyeti, silahı yapanın niyetine denk düşmüş olacaktı. Ve eğer başka biri, pragmatik deliller kullanarak bu silahın ne kadar iyi bir tokmak olduğunu göstermeye çalışsaydı, aynı adam ona gülüp geçecekti. Öyleyse, diyebiliriz ki, bir insan kendi hedeflerinin farkında olmuyorsa, ve hedeflerinin nesnelerde mevcut gerçek amaçlara mukabil düştüğünden emin olmuyorsa, pragmatik kriter, bilginin bir anahtarı olarak pek de kullanışlı değil demektir.''
-J. Needleman, A Sense of Cosmos