Çok az tanınan bir yazar şöyle der: "Aradan kırk yıl geçtikten sonra, bir savaşın nasıl yapılması gerektiği konusunda akıl yürütmek, hiç savaşa katılmamış bir kişi için çok kolaydır. Her yeri kaplayan toz duman içinde, kişisel olarak ateş altında, savaş yönetmek başka bir şeydir. Gerek uygulamalı, gerek ahlaki kaygılar taşıyan, eyleme geçirilmesi zorunlu diğer acil durumlar da böyledir. Kaptan köprüsünde uykusuz kalanların taşıdığı sorumluluk kamarada kâğıt oynayarak keyif çatanların umurunda olmaz."
Gökkuşağında mor rengin nerede bittiğini, turuncunun nerede başladığını kim söyleyebilir? Oradaki ayrı renkleri açıkça görebiliriz ama bir rengin diğeriyle nerede karıştığını görebilir miyiz? İşte akıllı olmakla delilik arasındaki ayrım da böyledir.
İnsan yazma konusunda anayolu izlemekte kararlı olsa da bazı yan yolların ayrıntısına cevap vermekten kendini alamıyor. Şimdi böyle bir yan yola sapacağım. Okur da bana eşlik ederse mutlu olurum. Hiç olmazsa günah işlemekten hoşlandığımız şeytanca söylendiğinde, kendimize bu zevkleri tatma sözü verebiliriz çünkü yazınsal etkinlikte yoldan sapma da günah sayılacaktır.
Denizci Billy Budd'ın yetmiş dört toplu savaş gemisindeki konumu, kırsaldan alınıp sarayın soylu kadınlarının bulunduğu ortama getirilen bir köylüyü andırıyordu. Ne var ki bu değişikliği önemsemiyordu. Kişiliğinin, subay güvertesindeki daha okumuş beyefendiler üzerinde bıraktığı özel izlenimin de çok farkında sayılmazdı. Yüzünde, o Yunan heykeltıraşının güçlü kahraman Herkül'e vermiş olduğu dingin, iyi kişilikli, insancıl özelliği yansıtıyordu. Yelken halatları çeken, katran kovaları taşıyan elleri ama her şeyden önce, canlı yüz ifadesi, her davranışı ve tutumu, yüreği sevgi ve iyilikle dolu bir anneyi çağrıştırıyor, şu andaki yazgısıyla ilginç bir biçimde, doğrudan ters düşen bir soyluluğun göstergesi oluyordu.
Herman Melville, dergiler için öykü yazmaya ümitsizlik içinde başlamıştı. Bu ümitsizlik o denli başarılı olduğu büyük ve iddialı romanları düşünüldüğünde oldukça şaşırtıcıdır. Melville'in metinleri olmaksızın, özellikle de Yazman Bartleby'yi kapsamayan hiçbir klasik Amerikan öykü antolojisi düşünülemeyeceği gibi, Benito Cereno'yu içermeyen bir kısa roman koleksiyonu da yok gibidir.
*John Updike: Herman Melville Üzerine
Bir denizci için yaşam, satranç gibi uzunca bir süre kafa yormayı gerektiren, çok az keskin hamlenin yapıldığı, çapraz, dolambaçlı yollarda ilerleyen, oyun süresince, yakılan zavallı muma bile değmeyen, sıkıcı, yavan bir oyun değildir.
Gerçek bir subay, bir bakıma, gerçek bir keşişe benzer. Keşiş nasıl ki manastır yeminlerine bağlı kalmak için nefsini ne kadar köreltiyorsa, kaptan da savaş görevlerine bağlı kalmak için aynı şeyi yapar.
Gökkuşağında mor rengin nerede bittiğini, turuncunun nerede başladığını kim söyleyebilir? Oradaki ayrı renkleri açıkça görebiliriz ama bir rengin diğeriyle nerede karıştığını görebilir miyiz? İşte akıllı olmakla delilik arasındaki ayrım da böyledir.