Herşey 70’li yılların mayısında başladı. Gök sırf o doğdu diye en parlak incilerini yağdırdı yeryüzüne. Ama sırf o doğdu diye başkaca hiçbir harikuladelik yaşanmadı ayın 21'inde.
Her otobiyografi yazarı gibi o da ilkokulu, ortaokulu ve liseyi bitirdi. Ve teolojiye merak saldı ve bu arzusunu tatmin amacıyla Ankara Üniversitesi'ni okudu.
90'lı yıllarda adım attığı yayın dünyasında ne iş bulursa yaptı: musahhihlik, redaktörlük, mütercimlik ve nihayet editörlük...
Ama doktora yapamadı örneğin, çünkü başvurmamıştı. Yayıncılığın sancılı bir uğraşı olduğunu iliklerine kadar duyumsadığında bir öğretmenlik olsun yapmak, kitap işlerini ikinci plâna atmak istedi ama bu sefer de askerlik sorunsalı çıktı karşısına. Ama bunların hiçbiri rastlantısal değildi, bağlısı bulunduğu burç onu böylesi bir yaşantıya zorluyordu. Dolayısıyla Thoreauvarî bir direnişti yapılması elzem olan. O da bunu yaptı. Evlenmeyi değil de, basılan her kitaba çocuğu gibi bakmayı yeğledi. Lâkin beklenen çocuk henüz doğmamıştı. "Ölü Aşk Yazmaları" namlı felsefî/psikolojik romanı -dört yıl üzerinde çalışmasına rağmen-bir türlü yazılamadı.
Ama olsundu, filler geç doğum yapardı.
Belki de bu bir avuntuydu.
Ama olsundu, o, avuntunun aynı zamanda bir tür varoluş olduğuna inanıyordu.