Bir kadının geçmişe saplanıp kalması, unutamadığı o yirmi dört saatlik bir anın yıllarca süren pişmanlığını yaşaması...
Eşinin vefatından sonra boşluğa düşüp kendini seyahete veren bir kadının tesadüfen gördüğü gencin, zor durumda olduğunu fark ederek tamamen insani bir vazife olarak ona yardım etmeyi seçmesi.
Merhametin saplantılı bir tutkuya, tutkunun da pişmanlığa dönüşmesi...
Sadece içimizde yaşadığımız bizi derinden etkileyen bir olayın üstünden çok zaman geçmiş olsa bile bizim geçmişe saplanıp kalmamıza ve büyük pişmanlıklar yaşamamıza sebebiyet verebilir.
Bize çok büyük bir olay gibi görünen basit bir durumu bile karmaşık hale getirebiliriz.
Geçmişte yaşadığımız hatalar bizi gerçek dünyadan uzaklaştırıp hayattan zevk almamızı bu günde kalmamızı engelleyebilir.
Bu durumdan kurtulmanın çok basit bir yolu var aslında.Konuşmak...
Bizi rahatsız eden durumları içimizde yaşayıp hayatı kendimize zindan etmektense biriyle paylaşmak kendimizi birine açmak düşündüğümüzden de rahatlatıcı olabilir aslında.
Kitaptaki kahramanımız Mrs. C. tam da bunu yapıyor.
Yaşadıklarıyla başa çıkabilmek hayatına devam edebilmek için kendisiyle yüzleşiyor.
Yaşadığı o kısacık anın pişmanlığı ile boğulurken kendisini yargılamadan, suçlamadan sadece dinleyebilecek birine kendini açık yüreklilikle anlatıyor.
Stefan Zweig'in yine kitabının kısacık tuttuğu ama duyguların da bir o kadar yoğun anlatıldığı etkileyici hikâyesi.
Bir kadının hislerini, düşüncelerini, acılarını kısaca yaşamını o kadar derinden ve etkileyici bir şekilde anlatabilen bir yazar olduğunu tekrar tekrar hatırlatıyor bize.