Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Bir Ölünün Günlüğü

Enes Tayfur

Bir Ölünün Günlüğü Sözleri ve Alıntıları

Bir Ölünün Günlüğü sözleri ve alıntılarını, Bir Ölünün Günlüğü kitap alıntılarını, Bir Ölünün Günlüğü en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Hayatım altüst olmuştu. Kendimi virane olmuş bir şehir gibi hissediyordum. İçimde kocaman bir hiçlik oluşmaya başlamıştı. Ve bu hiçlik, tıpkı bir girdap gibi her gün gittikçe büyüyor ve büyüdükçe derinleşerek içine çekiyordu. Çevremdeki bütün insanlar, nesneler tüm canlılığıyla her an bir devinim halindeyken, ben ise sürekli oluş halindeki hareketlilik akıntısına karşı tıpkı sert bir kaya gibi, olduğum yerde çiviyle çakılmış gibi, hareketsiz bir biçimde kayıtsızca duruyordum. Ağzımdan ne anlamlı-anlamsız bir söz çıkıyordu ne de yüzümde ve davranışlarımda yaşama ait bir ifade beliriyordu. Hayat ile tüm bağlarım sonsuza dek, bir daha onarılması mümkün olmayacak kesinlikte kopuvermişti. İyi, güzel, heyecan ve mutluluk verici tüm hazlarım körelmiş, yalnızca vicdan azabının verdiği o dayanılmaz acılar; adeta yeni doğmuş bir bebek gibi olağanca canlılığını koruyor, gözlerinde dehşet, sözlerinde alay ve hakaretlerle elindeki kırbacıyla vücuduma sert darbeler indiren zalim bir efendi gibi bedenimin ve ruhumun en derinliklerine dek hükmediyordu.
“İnsanın konuşacağı kadar susacak şeyleri de olmalı. Susmayı beceremediğimiz için belki de konuşmak bu denli anlamsızlaşıyor.”
Reklam
“ Zengin muhitinde yaşam nasıl da huzur kokuyor. Her birinin yüzünde canlı ifadeler ve farklı anlamlar yüzüyor. Hayvanları bile huzur içinde… Oysa yoksul muhitindeki insanlar için haftanın başı ya da sonu bir anlam ifade etmiyor. Her sabah çileli bir güne uyanmanın verdiği usançla açıyorlar gözlerini. Çoğu çocuklar babalarının yüzünü görmeden uyuyup, uyanıyor. Bu ne rezil bir devrandır ki çocuklar babalarının, babalar çocuklarının yüzüne hasret… içlerinden her kime çarpsa gözlerim, hepsinin yüzünde aynı bıkkınlık, aynı acı, bitkin, kaygı dolu ifadeler ev sahibi gibi oturmuş kalkmak bilmiyor. Sokaklarındaki hayvanlar da tıpkı onlar gibi, tedirgin, ürkek, yaralı…”
İnsan ancak kendi acziyetine razı olduğunda özgürlüğe kavuşabilir. Fakat insanların çoğunda her nedense acizliklerine bir başkaldırma isteği vardır. İnsan önce kayda alınmayı, ardından itibar ve daha sonları ise hükmetmeyi ister. Oysa bize acizliğimizi hatırlatan; elimizin uzanıp, uzanmadığı her şeyi satın almaya talip oluşumuz, elimizdeki ile yetinmeyip gözümüzü başkalarının lokmalarına dikişimiz değil midir? Bir başkasının ağzındaki lokmayı kapıverme istemi bizim ne denli muhtaç olduğumuzu gözler önüne sermiyor mu? Kendi arzularımıza bile hükmedemeyişimiz değil midir her şeye muktedir olamayacağımızın, övündüğümüz kudretimizin ne denli noksanlıklarla dolu olduğunun kanıtı? Dilediği her şeye muktedir olan kudret sahibi Tanrı’dan bir parça ruh taşıdığı için mi insan, bu denli zavallıca bir arayışa koyulur? Yoksa arayışlarının sonucundaki muvaffakiyetsizliklerini gizlemek veyahut arayışlarına bir mana katmak için mi yaratmışlardır Tanrı’yı?
İkimiz de hayattaydık ve yaşamıyorduk! İkimiz de dış dünya ile bağlarımızı koparmış, hayatı yalnızca düşlerimizde ve düşüncelerimizde yaşıyorduk.  İkimiz de çılgınca ölümü arzuluyorduk. Fakat insan; her ne denli ölümü arzularsa arzulasın ve hayat ne denli çetin acılarla, güçlükler ve olumsuzluklarla dolu olsa da yaşamın en büyük cazibesi olan ‘yarın’ karşısında yenik düşüyor hep.
“Fakat ruhunuz acı çekiyor. Tıpkı savaşın ortasında yavrularının ölümünü seyreden bir baba gibi acı çekiyorsunuz. Ruhunuz o denli korkunç bir acı içinde kıvranıyor ki neredeyse gözlerinizden taşacak. Bilir misiniz? Bir canlının gözlerine bakarak onun ruhunun en derinliklerine dek inebilirsiniz. Zira gözler; haritasıdır insan yüreğinin. Işıkta bir kristal gibi parlamıyorsa göz bebekleri bir insanın, dudakları ardına kadar genişleyip açılsa da o insan gülmüyordur. Sizin göz bebekleriniz adeta sütten kesilmiş iştahlı bir bebeğin gözleri gibi. Bir tavşan gibi ürkek ve kaygılısınız. Hayır! Siz incitmek değil, incinmekten korkuyorsunuz.”
Reklam
Felsefeye aç kalmış her toplum, karın ağrısı çekmeye mahkûmdur.
Zaman… ‘en iyi uşağı zamandır ölümün.’ İhtiyar adamın çatlak, kuru dudaklarından böyle dökülmüştü bu üzerine kafa yorulduğu, kendinde azıcık da olsa ahenk barından cümle. Seninle ilk karşılaşmamızdan gidişine dek zaman su gibi akıp geçti. Fakat gidişinle birlikte yaramaz iki çocuk gibi birbirini durmadan kovalayan akrep ve yelkovan büyüklerinden azar işitmişçesine suratlarını asarak, tüm neşelerini yitirerek mıhlanıp kaldılar adeta.  İnsan sevinçliyken sessiz sedasız, hissettirmeden, usul usul akarken zaman, üzüntülüyken nasıl da gürültülü bir biçimde varlığını duyumsatarak ıstırap dolu işkenceleri uzattıkça uzatıyor.
Eskiden kendi kendime milyonlarca insan bunca sefalet, şiddet, acı, kan ve gözyaşına rağmen nasıl olur da hâlâ başkaldırmadan yaşamını sürdürebiliyor? Diye kafam zonklayıncaya dek düşünür fakat bir türlü işin içinden çıkamazdım. Ama artık, şimdi berrak suların içinde yüzen balıkları rahatlıkla seyreden biri gibi biliyorum. Mütemadiyen acı çeken insan bir süre sonra acıya karşı bağışıklık kazanır ve böylelikle duyarsızlaşır. Bu durum sadece acı için değil insanın maruz kaldığı her türlü duygu ve olguda da böyledir. Eğer köle olarak doğmuş biri ömrü boyunca köle olarak kalacağının ve yine köle olarak öleceğinin bilgisini kendinde taşıyor ise bir gün mutlaka içine hapsolduğu aşağılık durumdan kurtulmak için hayatı pahasına olsa bile isyan başlatıp, başkaldırır. Bunun bilincinde olan modern çağın efendileri; köle olarak doğan birinin kulağına, eğer itaat ederse bir gün mutlaka kendisinin de efendi olabileceğini süslediği rol modellerle, medya aracılığıyla fısıldar. Efendi olma ve hükmetme arzusu kölenin duygu ve düşüncelerini öylesine köreltir ki bütün bir ömrünü efendilerine seve seve köle olarak geçirir.
Umut ne tehlikeli bir beladır! İnsan bir kere umut etmeyiversin; en kasvetli anlarda ansızın bir güneş açar ve peşine bir gölge gibi takılmaya başlayıverir. İçinde rengârenk çiçekler tomurcuklandırır,  kışın ardında saklanan baharı iliklerine kadar yaşatır. Peki ya sonra? Bulutlar güneşin yüzünü kapatır ve peşine bir kuyruk gibi takılan o gölge kaybolmaya başlar. İçine dayanılmaz bir kasvet çöker, gözyaşların bir sel gibi akmaya, dehşet verici bir rüzgâr önüne çıkan her şeyi yutan ve yuttukça büyüyen bir canavara dönüşerek ruhunu tozlu girdabında şehvetle boğar.
48 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.