Edessa (Urfa) her ne kadar 641 yılında ilk Müslüman fetih dalgalarıyla zapt edildikten sonra bir İslam kenti haline gelmiş olsa da, uzun bir Hıristiyan geçmişine sahiptir.
Bizans otokrasiyle idare ediliyordu, baştaki imparator Havarilere eş, Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi, tüm tebaasının hayatını avucunda tutan yarı ilahi bir varlıktı. Bu imparatorlardan bazıları kahramandı, bazıları da canavar; fakat asla silik değillerdi. Sadece bundan ötürü bile bu kitabı yazmak sürekli bir zevkti, fakat mütevazı anlamda, bir borcun ödenmesiydi aynı zamanda. Bizim medeniyetimiz Doğu İmparatorluğu’na ne kadar çok şey borçlu olduğunu asla yeterince değerlendiremedi. Hıristiyanlığın bu Doğu Kalesi olmasaydı, Avrupa’nın VII. yüzyılda Sasani ordularına, VIII. yüzyılda Bağdat Halifesi’nin ordusuna karşı şansı olur muydu? Bugün hangi dili konuşuyor ve hangi tanrıya tapıyor olurduk? Kültürel alandaki borcumuz da çok büyüktür. Barbar istilaları ve Roma’daki imparatorun düşüşünden sonra, Batı Avrupa’daki öğrenme ışığı, tek tük manastırdaki titrek alevler dışında, sönmüştü. Alev alev yanmayı sürdürdüğü ve klasik mirası koruduğu yer Bosphoros kıyılarıydı. Antik Çağ hakkındaki bilgilerimizin çoğu -özellikle Yunan ve Latin edebiyatı ve Roma hukuku- Constantinopolis’in âlimleri ve yazmanları olmasaydı sonsuza değin kaybolacaktı.
Hadımlar Basileos'a erguvan renkli çizmeleri ve diğer imparatorluk kıyafetlerini giydirirken, Mikhael de tacını patriğe verir. Patrik kutsadığı tacı, tekrar Mikhael'in başına takar ve sonra Mikhael tacı bizzat Basileos'un başına takar. Basileos emeline ulaşmıştı. Ahır işçiliğinden "Basileos"(Burada kastedilen isim değil unvandır) olmaya giden yol sadece dokuz yıl sürmüştü.
"Konstantinos Porphyrogennetos, imparatordan ziyade, yazar, bilim adamı, derleyici, koleksiyoncu, kitapsever, ressam ve sanatçıların koruyucusu olarak, X. yüzyılın "Makedon Rönesansı" adıyla anılan sanatsal ve edebi hareketin öncüsü olmuştur."