İstanbullu olmayıp İstanbul’u yaşayan yazar eseri özenerek hazırlamış olduğu kanaatine vardım. Öğrencilik yıllarında yaşadığı anıları da anlatarak İstanbul’u denizden ve karadan okuyarak gelebileceğiniz rehber bir kitap.
Haluk Hoca’nın 1968’de Hereke’den Mekteb-i İdadi’ye gelerek başlayan İstanbul yaşantısını kaleme aldığı bir “Boğaziçi’ni Sevme Sanatı” adeta. Bir şehir ne kadar sevilirse öyle seviyor hoca İstanbul’u. Ağaçları, balıkları, erguvanları, yalıları ve musikisiyle. İstanbul’da yaşamak başka İstanbul’u yaşayabilmek bambaşka. Bir semt badem ezmesiyle, çileğiyle, yoğurduyla nasıl sevilir; bir yalı önündeki Oya ağacıyla, fıstık çamıyla, korusuyla nasıl diğerinden ayrılır; bir şehrin balığı lüferi, gümüşü,kalkanı onu ötekinden nasıl ayrıştırır hoca zarif, güzel üslubuyla anlatıyor. Semt semt yalılar listelenmiş ve güzel bir de musiki listesi oluşturulmuş.
Kitabı okurken keşke hoca hayatta olsaydı da güzel bir Boğaz gezisinde onu dinlemek kısmet olsaydı diye iç geçirmeden edemedim.
…lüferi tanımayan, yelkovan kuşunu serçeden ayıramayan,bebek badem ezmesini hiç tatmamış, Karakulak suyunu hiç duymamış, Sarıyer deki meşhur börekçinin Karaköy Börekçisi olduğunu bilmeyen, Çengelköy de ki SevalPastanesi nin bademden yapılmış keşkek fukarasını ağzına almamış, Kandilli nin yazmasını, Arnavutköy ün çileğini hiç görmeyen, bilmeyen, tatmayan insanlar çoğunluğu oluşturmaktadır…. Daha da kötüsü var; belediye sınırları bakanından İstanbul’da oturan ama Boğaz’a hiç inmemiş, yukarıda saydıklarımı da hiç yapmamış sayısız insan ne yazık ki var.
Bizanslılar zamanında Poseidon’un simgesi olan yunus balığı çok önemsenmiş. Şehre bereket getireceğine hatta onun sayesinde depremlerden korunulacağına inanılmıştır. Ayasofya’nın neflerinde yunus balığı motiflerinin bulunduğunu bilmem kaç İstanbullu bilir !