Diyarbakır ovasındaki daracık sığınaklarımızın ölüm kokan atmosferinde çıkarsadığı bir direnç noktasıydı bu. Zor anlarda aklıma gelirdi hep. Mazlum… Mazlum… Mazlum..
''Boşaltılan köylerde kalan hayvanların açlıktan ve yalnızlıktan ölene kadar yaşadıkları o birkaç aylık süreci bir an olsun görmek lazım.Ben çok rastladım bu hayvanlara.O kedilerin ve köpeklerin gözlerindeki son ışıkta sadece iki duyguya rastlarsınız:Aynı pırıltının içinde insanın yüreğini kuşatan masumiyetin ürpertisi ve yalnızlığın ruha dokunan şiddeti...bu öyle bir resim ki hiç bir yürek dayanamıyor.Savaşın yıkıcı sonuçlarını en etkili anlatan şey yıkık bir köy ya da bir insanın parçalanmış yüzünden daha çok,yıkılan köylerde aç ve yalnız kalan bu hayvanların ölümü anlatan yüzleridir.Çünkü bu hayvanlar insanlardan daha çaresizdir.İnsanlar ölüyor ya da terk ediyor;ama bu hayvanlar her şeye rağmen bekliyorlar.Ölüme doğru yol aldıkları o sonsuz bekleyiş sürerken yüzleri öyle bir hal alıyor ki,işte o yüzleri,umudun,masumiyetin ve vahşetin aynı ifadede toplandığı o sarsıcı yüzleri görmek lazım.''
Bütün bu gelgitler bana şunu öğretti:İnsanın zayıf düştüğü anlar , insanın en güçlü olduğu anlardan biridir. İnsan bazen gücünün doruğunda da ağlayabilir
Bazı duyguları yaşamak için Sadece aynı derecedeki zorlu koşullardan geçmek yetmiyor.
İnsan , severek birbirine emek vermiş olmalı önce; her zerresine kadar kendini adamış olmalı bir de..
Böğürtlenleri en çok iki kişi sever: karnında can taşıyan bir kadın ve yaralı bir özgürlük savaşçısı.. Çünkü ikisi de kanıyla bir şeyleri besliyordur Biri yeni bir hayatı diğeri Özgürlüğü..