Tuğba Coşkuner, boş zamanlarını geçmiş yılların gazete arşivlerini okuyarak geçiren, bitkilerle haşır neşir olmaktan öte onları hayatında bir güzelliğe dönüştüren ve savaş konusunda ciddi anlamda okuma yapmış bir yazar. Bu pencereden bakınca içinde ve zihninde birikenlerin kağıda dökülme vakti gelmiş olacak ki bu kitap onun dünyasından bizim dünyamıza bırakılıverdi.
Öyküler hayli akıcı bir üsluba sahip olduğu için kitap üzerinde zamanın nasıl geçtiğini ve bir anda son söze geldiğinizi anlamıyorsunuz. Diğer yandan da konuları itibari ile insan kalbini yorgun düşüren, insana duyup görmezden geldiklerini ya da hiç duymadıklarını dillendiren bu öyküleri bir çırpıda okumanın vicdan azabını duyuyorsunuz. Açlık, kıtlık , vicdan yükü, ölüm, kaybetme, geri dönüp arama, kaybedileni bulma arzusu, tecrit, veba, delilik derken patikanın çıktığı yollar maalesef pek de aydınlık yerler olmuyor. Kimi zaman bir hikâye toplayıcısı olarak kimi zaman da ana karakter olarak olarak karşımıza çıkan yazarın vermeye çalıştığı mesaj, kitapta geçen bir öyküsünün içerisine kendisini usulca bırakmış gibi.
“- Anlatmazsam herkes güçlüyü haklı sanır.”
İnsan olmanın hakkını vererek insana ait değerleri devamlılık ve dayanıklılık üzerine inşa edebilseydik, güç kavramının peşinden gitme gibi bir derdimiz olmayacaktı belki de. O günleri görebilmek temennisi ile, iyi okumalar.