Bilgiç olduğu kadar her şeyle de ilgilenen Pangloss, boğulan
müftünün adını sordu ondan.
Yaşlı adam:
- Bilmiyorum ve hiçbir zaman, ne bir müftünün, ne de bir vezirin adını öğrenmedim. Sözünü ettiğiniz olaydan da kesinlikle haberim yoktur. Devlet işlerine karışan kimselerin, kimi zaman çok acı biçimde öldüklerini ve bunu hak ettiklerini sanıyorum. Ancak, İstanbul'da olup biteni kesinlikle sorup öğrenmem; içinde çalıştığım bahçenin yemişlerini İstanbul'a satmaya göndermekle yetinirim, dedi.
Bu sözleri söyledikten sonra yabancıları evine çağırdı:
İki kızı ve iki oğlu, kendi yaptıkları türlü şerbetler, kaymaklı turunç reçeli, portakal, limon, ananas, fıstık, Batavya'nın ve adaların kötü kahvesinden karıştırılmamış saf Mohika kahvesi sundular yabancılara. Sonra da, bu iyi kalpli Müslümanın iki kızı, Candide'in, Pangloss'un ve Martin'in sakallarına koku sürdüler.
Candide Türk'e:
- Geniş ve pek verimli bir toprağınız olsa gerek? dedi.
Türk:
- Yalnız. yirmi dönümlük! Bu toprağı, çocuklarımla birlikte eker biçerim; çalışma, bizden üç büyük kusuru, can sıkıntısını, kötü alışkanlıkları ve yoksulluğu uzaklaştırır, dedi.
Candide, çiftliğine dönerken, Türk'ün sözleri hakkında derin düşüncelere daldı yolda. Martin ve Pangloss'a:
- Bana öyle geliyor ki, bu yaşlı adamın, birlikte yemek yemek onurunu tattığımız altı kralın talihlerine yeğlenecek bir talihi var, dedi.