Canistan, aynı yayınevinden okuduğum üçüncü Yusuf Atılgan eseri. Açıkçası ilk ikisini okuyalı bir hayli zaman geçmiş, Atılgan'ın tarzını unutmuştum, bugün neden bu kadar çok sevildiğini tekrar anladım.
Aynı yaşlarda iki gencin, Tokuç Ali ile yanaşmaları Selim'in hikayesini anlatıyor, Canistan. Öykünün ilk bölümü hikayenin sonu aslında, sonra geçmişe gidip evrimlerini okuyoruz. Öykü 20.yuzyılın başında Ege köylerinde geçiyor. Zaman aralığı içerisinde Birinci Dünya Harbi, İttihat ve Terakki - Saray arasındaki mücadele ve Kurtuluş Savaşı'nın da ilk kısmı yer alıyor, tabi her ne kadar hikaye karakterlere odaklı olsa da dönemin olayları da şekillendiriyor. Kimsenin anlayamadığı bir sebep, aslında tüm yaşananlara yol açan. Üzerinden yıllar geçse de kurtulunamayan bir intikam isteği, göze göz, dişe diş, gurura gurur..
Hikaye köylerde, kasabalarda geçtiği ve köylünün de geçimi tarlası olduğu için tarla tımar hikayenin büyük kısmını oluşturuyor. E tabi Ege olunca bu bağ olarak karşımıza çıkıyor, bağla yatıp bağla kalkıyoruz. Normalde bunun beni sıkmasını beklerdim ama hikayeye öyle bir yedirilmiş ki konudan hiç kopmadan aynı hevesle okuyorsunuz onları da. Hikâyenin bir diğer güzel yanı ise Kırsaldaki kadın erkek ilişkisini yansıtış şekli. Gündüz beraber çalışıp gece sevişen, hayatı belli bir düzende giden karı-koca ilişkileri.. O kadar ki bu düzeni ya hastalık, ya ölüm bozabilir sadece.
Velhasıl, bu bir oturuşta bitirmelik öyküyü (siz istemeseniz bile kendini bitirtir..) herkese tavsiye ediyorum. Keyifli okumalar..