Çerçi Süleyman’ın ve çevresinin hikayesini okuyoruz bu kitapta. Kasaba sinemasının olduğu zamanlarda geçiyor olaylar.
Dostluğu, hayal kırıklığını, haksızlığı, eski aşkları… okuyoruz kitapta.
Çerçi Süleyman’ın oğlu Demir, eğer babası daha özgüvenli birisi olsaydı hayatı daha mı farklı olurdu diye düşünmeden edemedim.
Televizyonun kasabaya gelişiyle sinemanın eski değerini kaybetmesi ve Çerçi Süleyman’ın sondaki mutsuzluğu paralel gitti.
Normalde PDF şeklinde kitap okuyabilen biri değilim ama bu kitabı bir günde bitirebildim, akıcıydı gerçekten. Çok da güzel kurgulanmış. Betimlemeler yerinde ve güzeldi. Sonu beklendikti ama olmayacak gibiydi aynı zamanda. Ama beklenen son oldu, üzdü.
Yazarımızın kalemine sağlık, şans vermenizi öneririm.
Ekstra ekleyeyim, kitapta geçen sinema sahibi yazarın babasını anlatıyormuş. Televizyonun kasabaya gelmesiyle sinemasını kapatmak zorunda kalmış o da.
Şu küçük kasabanın dışına götürdü bizi izlediklerimiz, lakin bunun da sonu varmış işte! Artık video diye bir şey çıkmış derler, filmi takıyorlar ve evlerinde izliyorlar. Yakında o da burada olur. Ne yapsınlar ki artık sinemayı değil mi?
Gökyüzünde yıldızlar vardı, ay ışığı gözyaşlarını yıldızlara benzetmeye çalışırcasına parlaklaştırıyordu. Tütün tablasından elleri titreyerek bir kağıt alıp yarısını yere dökerek içini tütünle doldurdu ve farkında olmadan bıyıklarının bir kısmını da yakarak sigarasını yaktı. Bir an dönüp hep umutla geldiği evinin kapısına baktı. Köylerden yorgun gelirken bu evde bir kaymakam adayının olduğunu düşünerek içine çayın suları gibi su serpilişini düşündü. Yüreğinde oluşturduğu ve yıldızlara kadar yükselttiği kale yıkılıyordu gözlerinin önünde. Kapının eşiğine çöktü, gözyaşları dizlerinin üzerine düşüyordu.
Demir eline fırçayı alıp sinemanın duvarına yazı yazarken bir an babası gibi omzunda bir ağırlık hissetti, evet o da çerçiydi artık fakat bambaşka bir yük taşıyordu omuzlarında.