İçimde bir boşluk...
Ve kilisenin çanları... Suların aktığı yandan kuş kanadı bir esinti... Bir bilmedik dosttan Tanrı selamı sanki... Yavaştan karaltılı bir su gözlerimde... Birden parlak ışıkları kentin...Bir sıcaklık yanaklarımda... Ve dudaklarımda tuz tadı...
"Yaşamak var olduğunu duymaktır. Kendini var bilmektir yaşamak. Ve insanlar, bildikleri bütün iyilikleri ve kötülükleri, yüreklerinde var olduklarını bir an duymak uğruna işlemezler mi?"
Belki onu. Ve her şeye karşın sevmeyi unutmayan yüreğimle hem de... Gözlerine bakarak dalıp gitmeler... Ve yakalanmalarımda -belki de- kızarışım, kimbilir, sevmektir belki. Kendimi adam yerine koymalarım ve umutlara kapılmalarım onun yanındayken... Ve var saymalarım kendimi... Sevmek başka nedir ki?
Kıştı.
Ne mevsimlerin değişmesi, ne de günlerin geçişi önemli değildir. Geriye bakıldıkta görülen hep aynı çizgi değil mi? Yenilgin, kırılmış ve ezik... Ve umutlar, umutlar... Yıkıntı. Yağış varmış dışarıda ya da yokmuş... Ha yükselmiş, ha düşmüş ısı... Günlerden şuymuş, yıllardan buymuş... Ne çıkar? Yaşanan an, hep aynı kaldıktan sonra...
Garson geldi, "Bugün yalnızsın..." dedi. Kimbilir, birine mi benzetti? İstedim, "Ben her zaman yalnızım arkadaş." diye bir söylev geçeyim. Bıraktım, "Öyle..." dedim. Ve "Şarap." dedim. Sonra içtim. Çok içtim. Yenilgiyi unuturum diye içtim. Ve o şarkı başladı:
"Ben kime sevgilim deyim seven olmazsa?"
Romanlarda , filmlerde hep öyle olur. Adam bağırır ve koşar, susturur şarkıyı.
"Ne kimse arar beni, ne kimse bekler..."
Ama inadına dinledim ben. Zorladım kendimi ve benim için söyleniyormuş gibi dinledim. Şarkı bitti ve çıktım.