Felsefi Bir Problem Olarak Cinsiyet

Cinsel Farkın İnşası

Zeynep Direk

Cinsel Farkın İnşası Gönderileri

Cinsel Farkın İnşası kitaplarını, Cinsel Farkın İnşası sözleri ve alıntılarını, Cinsel Farkın İnşası yazarlarını, Cinsel Farkın İnşası yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Ricoeur'e göre kişinin kendine değer vermesi ve saygı duyması da kendisi hakkında anlattığı hikayeyle ilgilidir. Bu koşulları yerine getirmek veya getirmemek ahlaki anlamda veya etik (Ricoeur bu iki terimi de kullanır) özneliğin varlığıyla ilgilidir.
Sayfa 264Kitabı okudu
Ezilenler hikayelerini anlatamamışlar. Kişinin kendi hikayesini anlatabilmesi bir mücadele gerektirir. Çoğu kişi başkalarının onlar hakkında anlattığı hikayelerle belirlenir. Hatta başkalarının hikayesini tekrarladığının, hikayesini kendisini ezenlerin diliyle veya normlarıyla kurguladığının ayırdına varması için bilinç yükseltmesi, farkındalığını artırması, kısacası, kavramsal ve yorumsal bir sıçrama yapması lazımdır. Konuşan özne olabilmek, söz alabilmek, "bence", "bana göre" diyerek sözünü söyleyebilmek bir hikâyeyi anlatmanın gereğidir elbette, fakat kendi de sadece bir hikâye içerisinde kurulur. Dahası, kendiliğe değişim imkânı sağlayan da hikayelerin dönüştürülmesi, değiştirilmesi, dekonstrüksiyona uğratılmasıdır.
Sayfa 263Kitabı okudu
Reklam
İrade bir eylemi arzulama, benimseme ve seçme yetisidir, ama bu güç, düşünme, anlama, yorumlama yetisinden bağımsız olarak işlemez. Bir şeyi, iyi olduğunu düşündüğümüz için isteriz. Bu iyi, bireysel olanı aşan, bireyin uğruna kendisini feda ettiği bir toplumsal iyi de olabilir. Bir şeyin iyi olduğunu düşünmek ve onu istemek de iradenin ve düşünme kapasitesinin belli şekillerde belirlenmesini gerektirir. Örneğin söylemler çok etkilidir. Çeşitli söylemler irademizi belirlemek için rekabet edebilirler; ikna olmak zihinde bir söylemin diğerine galebe çalmasıdır. Söylemler Michel Foucault' ya göre söylem/iktidar rejimleridir. Foucault bu söylemsel belirlenimi özneyi üreten olarak kurguluyor. İktidarın özneyi sadece denetlemediğini, ürettiğini öne sürdüğü için Foucault'nun düşüncesi hakkındaki tartışmaların önemli bir kısmı modem öznenin ölümüyle ilgilidir. Lacan bunu dilbilim ve psikanalizi bir araya getiren bir yapısalcılıkta temellendirerek konuşan öznenin sembolik düzen içerisinde bir konum alarak konuşan özne olabileceğini vurgular. Sembolik sisteme girmeden önce ne arzunun ne de konuşmanın öznesiyizdir. Kendimizi konuşan özneler, sözümüzün sahibi, yaratıcısı sanabiliriz ama aslında dil, bilinçdışı bizi konuşuyor olabilir; benim arzum dediğim şey dildeki kişisel olmayan, anonim Öteki tarafından kaçırılabilir. Benim arzum mu, konuşan ben miyim soruları bu yüzden tabii ki her zaman sorulması gerekli ve anlamlı sorulardır.
Sayfa 261Kitabı okudu
İlk yapabilirliğimiz konuşabilmemizdir. Konuşan özne olabiliriz çünkü konuşabiliriz; konuşma kabiliyetimiz, konuşma(lar) yapabilme imkânımız vardır. Ancak konuşan özne olarak doğmuyoruz, en baştan beri zaten konuşan özne değiliz. Bebekler başkalarından daha önce duydukları söz dizilerini, belli durumlara uygun düştüğünü hissettikleri kalıplan tekrarlayarak konuşmaya başlarlar. Ortada henüz gerçekten konuşan bir ben olmadığını hemen hissederiz. Esasında kim konuşuyor sorusunu her zaman sorabiliriz. Bu soruya öncelikle, ettiği lafların, söylediği şeylerin yaratıcısı, sahibi (author) olarak kendini gösterebilen birisi "ben" diye yanıt verebilir ancak. Ricoeur'ün felsefesi hem psikanalizden hem de yapısalcılıktan haberdardır. Konuşabilmek demek bir sembolik sisteme girmek demektir; yapılan, konumlan, kuralları, normları olan bir sistemdir bu. Birisi konuştuğu zaman söyleyişi çeşitli söylemler, iktidar rejimleri, normatif yapılar tarafından, bilinçdışının yapılan ve ilişkileri tarafından belirlenir (Ricoeur 2007: 76). Ancak bunların devrede olması, konuşan bir öznenin hiç olmadığını veya asla olamayacağını ima etmez. Konuşan özneyi çeşitli güçlerin ilişkileri içerisinde oluşan ve değişebilen bir konumlanış, farklı belirlenimler içerisinden bir yolunu arayış, bir ortaya çıkış, oluş süreci olarak düşünebiliriz. Konuşan özne zaman zaman ortaya çıkan, zaman zaman söylenene kendisini bırakan, onda kaybolan bir varlık olarak da düşünülebilir.
Sayfa 259Kitabı okudu
Cinsiyet/cinsellik de varolanın farklılaşma hareketi olarak düşünülebilir. Varolanı farklılaştıran bu hareket onu birlikten kaçırır, tekil olarak çoklaştırır. Fark olarak cinsiyet, ikiye bölünmüş cinsiyet farklılığı değildir. Burada tekillik ve çoğulluk bizi bir nötrlüğe götürür, ne birinin ne de diğerinin cinsiyeti, ne o ne bu. Bu nötrlük geri çekilmekte olan bir nötrlük de değildir, çeşitlenen bir nötrlüktür. Açılma, bölünme, farklılaşma, yoğunlaşma, uyarılma, zincirlerinden boşalma, kışkırtılma. Bu terimler Derrida'nın cinsiyeti saçılma ve dağılma olarak düşünmesini akla getiriyor. Her iki düşünürün de ontolojik bir çözümleme yapmayı tercih ederek, cinsiyetin dişi ve eril, kadın ve erkek olarak ikiye bölünmesini dayatan ve tüm cinsel ilişki imkanlarını büyük erkeğin ele geçirmesini ya da kontrol etmesini sağlayan ataerkil cinsellik anlayışına karşı, alternatif bir düşünme modeli oluşturmaya giriştiğini söyleye biliriz.
Sayfa 254Kitabı okudu
Yapısöküm de aslında bu sınıra varmaktır. Bu yüzden Derrida'ya göre yapısökümden keyif alınır. Yapısöküm odaklandığı şeyin imkânın koşullarının imkansızlığının koşullan olduğunu gösterir. Benzer bir imkânsızlık keyifte de vardır. Keyfin de imkânı bir imkansızlığı içinde taşır, o imkansızlığı beraberinde getirir.
Sayfa 251Kitabı okudu
Reklam
119 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.