Ezilmiş ve hor görülmüş bir toplumda soylu bir ruha, yiğit bir yüreğe sahip olmak veya Buda’nın dediği gibi, «göller ülkesinde bir ada olmak» bağışlanacak suçlardan değildi.
Her halükarda kan, yıkım, yenilgi ve zafer yıllarıydı; halimiz, şairin şiirine tam uyduğu yıllardı:
"Senin kaşınla gözün arasında savaş vardı
Arada ben öldürüldüm, bu nasıl işti?"
Tertemiz çocuksu kalbimin bir kelebek gibi arzu suyla uçuştuğu, şiirin, hayalin, ilhamın ve duygunun renkli ve kokulu çiçekleriyle dolu o bahçe, bu dertsiz ve gönülsüz aklın soğuk zehirli rüzgarlarıyla soluverdi.
Çöle İniş
Küçüklükten itibaren kafese konulan yalnız kanarya, hep salıverilme özlemiyle ötüp inler ve kendisini kafesin çeper lerine vurur ve zarif kanatlannı zindanının demirlerine o kadar çarpar ki yaralanıp kanlar içinde kalır. Fakat özgür olunca serbest kalıştaki yalnızlık, bu geniş dünyaya salıverilmişlik; nereye gideyim? Ne yapayım? Bilmezlik içinde muktedir olmak ne çe tindir' Yuvası olmadığı için kurtuluş, nasıl olması gerektiğini bilmediği için özgürlük öldürücüdür. Mecburiyet ve kayıt, onu "ne yapacağımı bilmiyorum" işkencesinden kurtarır. Bu du rumda ruh, güçlü ellerin onu pençesine alıp kendisine bir alın yazısı dayatmasını arzular. Yersiz yurtsuz ruh, kendisine sığmak olacak birini arar. Neyi seçeceğini bilmeyen biri için mutlak seçim gücü işkence vericidir.
Hayır, benim kelebeğim kaçtı: . .
Bir yıldırım hızıyla, bir hayal hafifliğiyle, darmadağın bir arzunun perişanlığıyla . . .
Ne bileyim nasıl? Odanın yalnızlığından kaçtım, kendimi onun peşinde, evin kapısına attım, açtım, dışarıya baktım:
Çöl . . . Gökyüzü . . . Sessizlik. . .