Salı Toplantıları 2001 - 2002

Dante'den McLuhan'a 24 Başyapıt Üzerine Konuşmalar

Kolektif

Dante'den McLuhan'a 24 Başyapıt Üzerine Konuşmalar Posts

You can find Dante'den McLuhan'a 24 Başyapıt Üzerine Konuşmalar books, Dante'den McLuhan'a 24 Başyapıt Üzerine Konuşmalar quotes and quotes, Dante'den McLuhan'a 24 Başyapıt Üzerine Konuşmalar authors, Dante'den McLuhan'a 24 Başyapıt Üzerine Konuşmalar reviews and reviews on 1000Kitap.
Yepyeni şeyler çıktı karşımıza. 20. yüzyılın bütün edebiyatına dönüp bakarsak Flaubert’in dayandığı ve öncülerin yıktıkları, arkadan da yeni bir duvarla karşılaşana kadar ilerleyebildikleri mesafeyi görüyoruz. Şiirde de buna benzer bir durum var, yani klasik dünyanın ölçülü uyaklı şiiri nasıl oldu da serbest şiire geçti? Hangi noktada geçti? Kimin
Biz henüz çok kitap okumadığımız halde, yazmadığımız halde, böyle bir üretime girişmediğimiz halde önce televizyonun egemenliği altına girdik sonra da bilgisayarın. Batı toplumlarında durum herhalde böyle değildir. Yazılı kültür bir nebze de olsa tüketilmiş ondan sonra bilgisayar aşamasına geçilmiş. Belki aradaki boşluk Türkiye gibi ülkelerde bundan kaynaklanıyor olabilir.
Reklam
ilk defa içinden okuyan insan Aziz Augustinus’muş. Bir metin eline aldığında sessizce içinden okurmuş ve sonra çevresindekiler de dehşetle karşılamışlar bunu. O güne kadar hiç görmedikleri bir durum çünkü herkes okuduğu metni yüksek sesle okurmuş. Yüksek sesle okumanın nedensiz bir alışkanlık olmadığını biliyoruz, çünkü çok uzun süre noktalama işaretleri bizim bugün bildiğimiz anlamda gelişkin değildi ve kullanılmıyordu. Özellikle bu kopistlerin tembel olmaları nedeniyle, bir elyazmasını çoğaltma durumunda olan kopistlerin tembellikleri nedeniyle de gelişmediği söyleniyor ama bazı noktalama işaretleri zaten çok geç sirkülasyona giriyor. Dolayısıyla yüksek sesle okunma ve duyulma esasına dayalı olarak yazı kâğıdın üzerine geçiriliyordu. Bu da belli bir okuma biçiminin egemen olmasına yol açmıştır. Bu okuma biçiminden bizim bildiğimiz anlamda okuma biçimine geçilmesi bir hayli zaman istemiş bir iştir, artı hem okuma eyleminin köklü bir değişimden geçmesine, hem de bunun bir sonucu olarak yazma biçiminin değişmesine yol açmıştır. Yani Proust’un “Yitik Zamanın Peşinde”sinde kurduğu bazı cümlelerin 16. yüzyılda yazılabileceğini düşünmek biraz zordur, onlar ancak deli saçması olarak yorumlanacaktı, çünkü bütün o trafik işaretleri olmaksızın onun strüktüre edilmesi, kafada bile strüktüre edilmesi mümkün değil. Oysa Proust, zihinsel hızıyla yazma hızı arasında bir paralellik kurmanın yolunu bulduğu için o kadar uzun cümleler kurmuş bir yazar
Bende
Ben hâlâ kalemle yazmayı sürdüren yazarlardan biriyim. Ama sayımız azalıyor, bunu görüyorum
Biz bugün dönüp baktığımız zaman “Matbaaya kim neden itiraz etsin ki?” diye düşünebiliriz. Matbaa çok yararlı bir şey, ondan önce 300-400’ü aşmayan manüskri sayısı, daha doğrusu çoğaltılma sayısı birdenbire açılabildiğince açılmış. Yani kim buna itiraz edebilirdi? Öyle değil. Yakma girip bakıldığı zaman, pek çok yazarın bu dolaşım miktarını ölçü saydığı görülüyor çünkü sadece çok okumuş etmiş insanlara hitap etmek istiyor adam. Kendi yazdığı yapıtın 300 insan tarafından okunmasının doğru bir şey olduğunu düşünüyor. 3000 insan için yazmıyorum, dolayısıyla onlara gitmemesi gerekir diyor. Oysa birdenbire matbaa ile birlikte bu sayı katlanınca endişe duymaya başlıyor. Şimdiki çoğaltım araçları sonsuz katsayısına gidiyor. Kişinin kendi donanımına bağlı bir şey bu; altı yabancı dil biliyorsa örneğin, hesaplayamayacağı ölçüde metinle karşı karşıya gelme ihtimali, internet aracılığıyla var. Yazan kişi, yazıyı kullanan kişi için bu yeni bir endişe kaynağı dolayısıyla.
Kant, basitçe eleştirinin ve yargının filozofu gibi algılanıyor ama, Kant aynı zamanda kural olmadığı yerde kural varmış gibi, son derece uçurumsal bir şey... yani sahtekârlığa girmiyor bu. İnsan birçok durumda, yani öyle vakalar var, kural yok, varsayaraktan, sonuçlara çıkmak durumundasınız.
Reklam
111 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.