İnsanın ilkçağı olan çocukluğun, bütün zamanların en mutlusu, en hoşu olduğu doğru değil midir? Çocukları severler, öperler, kucak- larlar, okşarlar, onlara bakarlar, bir düşman bile onlara yardım etmekten kendini alıkoyamaz. Niçin? Çünkü daha doğum anında, doğa, bu sağduyulu ana, onların çevresine bir delilik havası yayar, bu hava, çocukları büyütenleri büyüler, zahmetlerinin karşılığını verir, ve bu küçük yaratıklara gereksinim duydukları iyilikseverliği ve koruyuculuğu sağlar.
“Savaş söz konusu oldu mu hiçbir masraftan ve zahmetten kaçınmazlar, hiçbir sakınca önemli değildir onlar için; ister hukuk, din, isterse barış çiğnensin, hatta insanlık batsın, umurlarında olmaz”
Rica ederim, söyleyiniz, insan kendinden nefret ederse, birini sevebilir mi? Kendi kalbi ile barışık olmazsa başkalarıyla iyi geçinebilir mi? Kendi varlığından canı sıkkın ve yorgun ise topluluğa hoşluk getirebilir mi?
Rica ederim, bana söyleyiniz, insan kendinden nefret ederse, birini sevebilir mi? Kendi kalbi ile barışık olmazsa başkalarıyla iyi geçinebilir mi? Kendi varlığından canı sıkkın ve yorgun ise topluluğa hoşluk getirebilir mi?
Şimdi aslında size pek de yabancı gelmeyecek bir egemen canlandırın hayalinizde: Yasalardan bihaber, kamu refahının düşmanı, sadece kendi çıkarlarını gözeten, kendi hazlarının esiri, eğitime, özgürlüğe ve hayatın gerçeklerine karşı kin dolu.
Diyorlar ki "İşte mutsuz olmak da bu zaten: Kendini budalalığın büyüsüne kaptırmak, yanılmak, aldanmak, hiçbir şey bilmemek." Ben de onlara derim ki: Orada eksiğiniz var beyler! Bunun anlamı insan olmaktır.