Kitabın ana teması, çocuklukta aile içinde başlayan sevgisizliğin şiddet eğilimine, itaatkar bir birey olmaya nasıl dönüştüğüne dair, dünya çapında yayınlanan araştırmalar ve yazarın kendi hastalarından da örneklerle pekiştirdiği, genelde Nazi Almanyası özelinde ilerlediği bir incelemeyi kapsıyor. Başka toplumlardan da örnekler veriyor olsa da, baskın olarak bir Almanya kültürüne geçiş hep var. Ama ben kendi toplumumuzda da o kadar çok benzer yön gördüm ki; okurken çok yabancılık çekmedim.
Sevgisiz büyüyen çocukların ileride hep sorunlu bireyler olduğu, suça yatkın oldukları bilinir ve söylenir. Anne babadan çocuğa ondan kendi çocuğuna nesiller boyu devam eder silsile halinde. Peki sevgiyle büyüyen çocuklar yetişkin bireyler olduklarında hepsi çok mu yapıcı oluyorlar? Tek sorun sevgiyi ya da sevgisizliği veriş şekli mi? Toplumun bunda hiç katkısı yok mu? İşte burada yazar bunu da irdelemiş, her şey yaşanılan çocukluk yıllarındaki eğitim, öğretim, iktidar, sokak ilişkisi açısından değerlendirilmiş.
Okumaya değer sosyo psikolojik bir kitap olduğunu düşünüyorum. İnsanın iç sesine de kulak vermesi gerekiyor. Her birimiz karşımızdaki ile empati kurabildiğimiz sürece insanız.
İyi kitaplar okumanız dileğiyle..