Kitabın başına doğru hızla sayfaları çevirirken derslerini, ödevlerini hiç aksatmayan çalışkan bir öğrenciyi andırıyordu. Gözlerini kaldırıp da sandalyenin üzerinde duran beyzbol maskesini ve eldivenini görünceye dek sürdü bu çalışkan öğrenci tavrı.
Yaşam buydu işte. Yaşamak buydu. Onlar yaşıyordu. Güneşin ve gökyüzünün altında, ayaklarının dibinde sallanan denizin üzerinde, üzerlerine rüzgâr üfleye üfleye ya da gününe göre yağmur damlaları düşe düşe sürdürüyorlardı yaşantılarını. Gerçek hayatı yaşıyordu onlar.
Yalnış bir iş yaptıysa, cehaleti yüzündendi bu. Ve geçmişte yaptığı yanlışlardan duyduğu utanç, gelecekte yaşayacağı olayların korkusundan büyük değildi.
"Dünyada ki bütün paralar bir araya gelse satın alamaz insan yaşamını. Boşuna harcanmış, ziyan edilmiş bir yaşamın yerini de tutamaz hiçbir para. Kısır kalmış, kırılmış, çirkinleşmiş bir yaşamı güzelleştiremez, onaramaz, yeşertemez para."
Yaşam buydu işte. Yaşamak buydu. Onlar yaşıyordu.
Güneşin ve gökyüzünün altında, ayaklarının dibinde sallanan denizin üzerinde, üzerlerine rüzgâr üfleye üfleye ya da gününe göre
yağmur damlaları düşe düşe sürdürüyorlardı yaşantılarını.
Gerçek hayatı yaşıyordu onlar...
Eğer o, yani Joe Bronson, şu balıkçı kayığının içinde olsaydı ve açık denizlere açılsaydı, daha ne isterdi! Ah, ne güzel olurdu! Ya da o ıskunada olsaydı, güneşin denizde yıkadığı ışıkları arasında kaybolsa, dünyaya açılsaydı! Asıl yaşamak ona derlerdi işte! Hayatta bir şeyler yapmak, yeryüzünde bir anlamı olmak buna derlerdi. Oysa o burada, kilitli bir kapı ardında kendisi dünyaya gelmeden binlerce yıl önce ölüp gitmiş insanların ne yapıp ne ettiğini ezberlemek için kafa patlatıyordu.