Sizi bilmem ama ben dünyada en çok cehaletten korkarım. Çünkü cehalet kendi bildiğinin dışında bir bilgi ve düzey olduğunu fark etmeyen bir kör karanlıktır.
Halkın "Kurtar bizi baba." diye sığındığı bir başbakan, depremde çöken hastane için "Canım, 29 yıl ayakta durmuş ya!" derse, kıyamet niye kopmaz? Deprem bölgesinde can çekişen insanların çadırını, ekmeğini dağıtamayan devlet, nasıl bir devlettir? Ve halk, televizyon kamerası karşısında, neden "Allah devletimizden razı olsun." der? Dünyanın her köşesinden gönderilen yardım malzemesini çalan halk, nasıl bir halktır? Erzincan'da gördükleri kabalık, becerisizlik, cehalet ve kötü niyet kargaşasından dehşete düşen İsviçreli ekip "Ne haliniz varsa görün!" diyerek çekip gitmekte haklı mıdır, değil midir? Dış ülkelerden gelen yardım ve ekip gönderme taleplerini 48 saat cevaplamayan Dışişleri Bakanlığı, ne derece başarılı bir bakanlıktır? Siz bu soruları soranlardan mısınız, yoksa bu sorulara kızanlardan mı?
İnsan yaşamının derinliğe kavuşması , para kazanıp harcamak ve güç sahibi olmak döngülerinin dışına çıkıldığı zaman gerçekleşiyor. Ancak o zaman yaşamın anlamı üzerine düşünen gözle gördüğümüz olayların aynen bir buzdağı gibi görünmeyen derin boyutları olduğunu kavrayan zengin kişilere dönüşüyoruz.
"Doğa ölüyor!" diyorlar. Katılmıyorum. Doğa ölmez, dünyayı öldürmek imkânsızdır. Sonunda ölecek olan biziz. İnsan soyu harıl harıl kendi kendini ortadan kaldırmaya uğraşıyor. Ve doğa intikam almış olmayacak... Farkımızda bile değil çünkü!
İyi ama, aynı koşullar, Batı insanları için de geçerli. Onlar da, en az bizim kadar yorucu bir tempoda çalışıyorlar. Nasıl oluyor da o ülkelerde kitap satışları milyonlara ulaşabiliyor? Batı ülkelerini görmüş herkes bu sorunun cevabını kolayca verebilir. İnsanlar yolda okuyorlar. Metroda, otobüste, elinde kitap, gazete ya da dergi olmayan tek bir kişi bile görmüyorsunuz. Tren ve uçak yolculuklarına herkes bir ya da birkaç kitapla çıkıyor. Otobüs duraklarında beklerken dergilerine göz atıyorlar. Tatile gittikleri zaman, bavullarına mutlaka birkaç kitap koyuyorlar. Plajda güneşlenirken ya da yeşillikler arasında bir şezlongda dinlenirken kitap okuyorlar. Bizim insanımızsa Hitit döneminden beri büyük bir sabır ve tevekkülle bıraktığınız yerde oturuyor. Ağrı'dan otobüse binip İstanbul'a gidiyor ve günler geceler boyu öylece yola bakıyor. Hastane kapısında üç gün bekliyor ama aklına bir gazeteye bakmak gelmiyor. Toprağa çömelmiş bir Hitit heykeli gibi kıpırdamadan duruyor. Belki de bu yüzden İslam dini "Oku!" emriyle başlıyor, ama din kuralları bile insanımıza okutmayı başaramıyor.