Bilinen gezegenlerden birinin, hâli hazırı ile meselâ Güneş manzumesinden ayrılması farz edilecek olsa, aceba o gezegenin hali ne olur? Kendisinde tecelli eden feyiz ve gelişmeden eser kalır mı? Ne gezer… Derhal feyiz nuru, hayat fışkıran nuru, kemâli yok olmaya yüz tutar. İşte İnsan da tıpkı böyledir.
Peygamberlik Güneşinden aldığı feyiz ve nurdan uzaklaşmaya ve ayrılmaya meylettiği dakika da mutlak karanlık âleminde kalır. Kendisinde nurdan, hayattan hasılı insanı diğer hayvanlardan üstün kılan özellik ve meziyetlerden eser kalmaz.
Sözün kısası: İnsan neslinde topladığı damlayı deryâ gibi görerek o damla içine girmesi imkânsız olan hakikatleri inkâr etmemeli. Çünkü ebediyen çözülmesi müşkül olan bu muammanın henüz çözüm yoluna adım atan olmamış, çünkü muâmmayı tertip eden hal yolunu bizden gizli tutmuş. İnsanın bu muammayı hallettim demesi, hakikattan fersah fersah uzak olan kendi inancından, kendi iddiasından başka bir şey . değildir.
Bu iddia, sahibi için anî bir lezzet, muvakkat bir sevinç hasıl eder; fakat yaratılış muamması olduğu gibi durur.
Eğer bütün kâinât halkı, yüzbin yıl Allah'ın kudret sıfatı üzerinde düşünseler.
Sonunda acizliklerini itiraf ederek,
- Ey Tanrı, anlaşıldı ki biz seni hiç bilememişiz derlerdi.
Sayfa 120 - Diyanet İşleri Başkanlığı YayınlarıKitabı okudu
Bugün en mükemmel piyano çalan bir adamı piyanonun başına oturtalım. Telleri kırık, ahengi serâpâ bozuk. Piyanistten bir güzel hava çalmasını söyliyelim. Biçare adam ricamızı kabul etsin. Hünerini göstermek için başlasın piyano çalmaya. Fakat ne fayda! Başarı sağlayamıyacak. Çünkü "do" perdesine basıyor "ve" sesi veyahut büsbütün falso bir ses çıkıyor. Piyanist yine o piyanist. Fakat piyanoda âhenk olmadıktan sonra ne yapsın, nasıl mahâret göstersin.
İşte ruhla beden arasındaki mükemmellik ilişkisi böyledir. Yani ruhun mahiyetinde bir degişme yoktur. Yalnız vücuttaki tasarrufu o vücudun sahip olduğu istidada, gelişmeye göredir.
Ruhla beden arasındaki bu mükemmellik ilişkisinden dolayı ikisinin tek bir şey olduğuna nasıl hükmolunabilir?