Haklı olarak Durkheim dini "doğaüstü" veya "tanrı" fikri ile tanımlamayı reddeder. Kutsalın tecrübesi olan din, topluluğun tecrübesinden de ayrı tutulamaz; din, gruplaşmalar meydana getirdiği için en başından kolektiftir.
Din, kutsal, yani ayrılmış, yasaklanmış şeylere dayanan inançlar ve pratiklerden oluşan bir sistemdir. Bu inanç ve pratikler, intisap edenleri Kilise diye adlandırılan moral bir toplulukla birleștirir.
Eğer "din, eylem" ise, iman da her şeyden önce "eylem yönünde bir ivme" ise Durkheim'ın bilimin dini ortadan kaldırmaya gücünün yetmeyeceğini neden düşünmüş olduğu böylece daha iyi anlaşılır.
Sosyolojinin babaları çoğu zaman endüstriyel ve ekonomik devrimler tarafından altüst edilen sosyal düzenin yeniden kurulması yönünde düşünen ahlakçılar olsalar da dine bilimsel bir yaklaşım sağlamaya çalışırken Aydınlanma felsefesinden ve rasyonalist eleştiriden de bir şeyler aldılar.
Gramsci, kitleleri Marksizme sokmak için Katolik Kilisesinin propaganda ve çerçeveleme yöntemlerini kullanmayı bile teklif eder; Hugues Portelli'nin dikkat çektiği gibi "rasyonel şekilde anlayacakları zamana kadar alt sınıflar, yeni ideolojiyi bir iman gibi kabul edeceklerdir."