tarih boyunca güncelliğini koruyan, farklı şekillerde varlığını devam ettiren göç; sebep
ve sonuçlarıyla insanlığın gündemini her zaman meşgul etmiştir. Göçün tarihi insanlık
tarihiyle başlar. Coğrafya, güvenlik ve sosyal sebeplerle bir yerden başka bir yere
gerçekleşen hareketlilik anlamına gelen göçü önemli kılan husus toplumlar arasında
meydana getirdiği etkileşimdir. İnsan doğumundan itibaren mekânla karşılıklı ilişki hâlindedir.
Bu, onun doğup büyüdüğü bölgeyi -her ne sebeple olursa olsun- terk etmesini bir ruhsal krize,
hiç yoktan bir sarsıntıya dönüştürmektedir. Kimi zaman bu sarsıntı nesiller boyu sürmekte ve
kolektif yaralara ve davranışlara dönüşebilmektedir. Çünkü insanlar zorlayıcı faktör olmadıkça
yaşadıkları bölgeyi kolay kolay terk etmek istemezler. Bugünden geriye bakıldığı zaman tarih,
kitlesel göçlerin büyük oranda zorunluluktan kaynaklandığını gösterir.
Bir yerden başka bir yere göçmenin, göçmek zorunda kalmanın imtihan boyutunu unutmamak
gerekir. Göç, hicret olgusuyla birlikte düşünüldüğünde yeni fırsatlar ve kapılar açan bir imkân
olarak çıkar karşımıza. Bu yönüyle göç, toplumların olgunluk ve tecrübe kazanmalarına sebep
olan bir sınanma sürecidir aynı zamanda. Gerçek dostlarla kara gün dostları böyle zamanlarda
ayırt edilir.
Başta Hz. Peygamber olmak üzere Mekkeli Müslümanların Medine’ye hicret etmesi İslam tarihinde
unutulmaz bir göç hikâyesidir. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) muhacirleri güçlü kılması ve yeni
yurtlarına alışmaları için Cenab-ı Hak’tan yardım istediğini biliyoruz. Peygamber Efendimizin
hicreti esnasında Mekke’ye hüzünlü vedası da göçün zorlu bir yolculuk olduğunun ifadesidir. İnsanın
doğup büyüdüğü, tabiri caizse kök saldığı topraklardan ayrı düşmesi ve yeni bir hayatın baş-
langıcına adım atması güç olduğu gibi insanı zorluklar karşısında güçlü kılan bir yöne de sahiptir.
Modern dünyada göçler, daha ziyade savaş ve afetlerden kaynaklanmakta, göçlerden en çok etkilenenler
ise kadınlar ve çocuklar olmaktadır. Canını, namusunu, inancını korumak için göç
edenlere Kur’an-ı Kerim, “Allah yolunda hicret eden kişi yeryüzünde gidecek birçok güzel yer ve
bolluk (imkân) bulur.” (Nisa, 4/100.) müjdesini vermektedir.
Bugün Türkiye, komşusu Suriye’deki iç savaştan kaçıp gelen 3 buçuk milyonun üzerinde Müslü-
man'ı misafir etmektedir. Böylece insani duyarlılığı her şeyin üzerinde tuttuğunu dünyaya ilan
etmiştir. Bununla beraber Suriyeli göçmenlerle ilgili barınma, korunma, eğitim ve uyum gibi bir
dizi sorumluluk gündeme gelmiştir.
Diyanet Aylık Dergi olarak bu sayımızda göçle birlikte nelerin değiştiğini ve dönüştüğünü “Göç ve
Sosyokültürel Değişim” başlıklı gündemimizle irdelemeye çalıştık. Dosyamıza Prof. Dr. Celaleddin
Çelik, “Göç, Sığınma ve Medeniyetin Dayanışma Kodları”; Prof. Dr. Abdulvahap Taştan, “Göç,
Sosyal Değişme ve Din”; Doç. Dr. Ahmet Çapku, “Göç - Hicret Olgusu Üzerine”; Doç. Dr. Yusuf
Adıgüzel, “Kültürel Uyum ve Birlikte Yaşamak”; Doç. Dr. Zekiye Demir, “Göçmen ama Göçmeyen
Kadınlar”; Doç. Dr. Sefer Yavuz, “Göçmenlerin Toplumsal Uyumu ve Suriyeli Göçmenler”; Bayram
Demirtaş, “Diyanet İşleri Başkanlığı ve Göçmenlere Yönelik Hizmetler” yazılarıyla katkıda
bulundular. Bu ayki söyleşi konuğumuz Prof. Dr. İhsan Çapcıoğlu.
Dergimizin gündemi ve kıymetli yazarların kalemlerinden çıkan diğer bölümleriyle sizleri baş
başa bırakırken içinde bulunduğumuz manevi arınma mevsimi Üç Aylar'ın ve Miraç Kandili'nin
milletimize, İslam âlemine ve bütün insanlığa hayırlar getirmesini temenni ediyorum.
Bir sonraki sayımızda görüşmek üzere.
EDİTÖRDEN
Dr. Fatih Kurt
T