Akıl Tutulması Çağı - II

Doğu Batı - Sayı 97 (Mayıs, Haziran, Temmuz 2021)

Doğu Batı Düşünce Dergisi
Kaldığımız yerden devam ediyoruz… Akıl Tutulması Çağı I’de yazarlarımız aklın hangi noktalarda ve nasıl bunalıma sürüklendiğine ışık tutmaya çalıştılar. “Hangi Çağda” yaşadığımızın sorgusuyla başlayan Akıl Tutulması Çağı I, aklı “yeni cehalet çağı”, “mitik paradigma”, “akla veda: hakikatsizlik çağı” ve “dijital akıl tutulması” temaları altında çok boyutlu irdelemeye çalıştı. İrdelemeler sonucunda görünen mevcut somut dünya düzeni ile onun temellendirdiği düşünme sistemi, hattâ pratiği arasında bir tutarlılığın olduğu ama bu tutarlılığın insanı iyi bir noktaya taşımada giderek güç kaybettiğini, yani aklın, kendi üzerine düşünmekten giderek uzaklaştığını açığa vurdu. “Yeni”, “yenilik”, “inovasyon”, “yaratım”, “teknoloji”, “gelişim”, “yapay zekâ”, “uzay araştırmaları” gibi genel olarak olumsal referansları bulunan kavramlar çerçevesinde dönmeye başlayan söylemlerin, zaten kısmen ilişkilendiği rasyonel düşünmeyle bağlarının iyiden iyiye koptuğu artık oldukça açık. Bundan yaklaşık çeyrek yüzyıl önce bugün kullandığımız dijital iletişim teknolojileri bu denli gelişmiş olmasa da hem söyleyecek sözümüz vardı hem de bu sözü söyleme cesaretimiz daha fazlaydı. İletişim teknolojileri uzun bir süredir teknik anlamda iletişimimizi rahatlatıyor ama söyleme cesaretimizi bir hayli kırmış durumda. İletişim teknolojileri ya da internet neden gelişti ve hâlâ da gelişiyor? İletişimi geliştirmek/kolaylaştırmak içinse bu bir amaçtır ve buna itiraz etmemiz irrasyonel bir tutumdur ama şayet bunun dışında başka amaçlara, örneğin gözetim ve denetime, kapitalist pazarlama sistemlerine vb. hizmet ediyorsa ya da başka amaçlar için işlevsel kılınıyorsa burada araçsal bir durum var demektir. Evet, iletişim teknolojileri şu anda büyük ölçüde amacından sapmış, araçsallaşmış bir görünüm sergiliyor. Hangi boyutu daha ağır basıyor derseniz, ikincisinin daha etkin olduğunu söylememiz yerinde olacak. Çünkü dünya genelinde tüm ülkelerin eşitlik, toplumsal katılım, demokrasi gibi endeksleri giderek düşüyor. Söylemsel düzlemde insanı dillendirmek amacıyla geliştirildiği iddia edilen iletişim teknolojileri, ilginçtir ki insanı giderek dilsizleştiriyor ve bir korku kültürüne hapsediyor. “Yeni”, ironik bir biçimde insanı “eskiye, modern öncesine” hapsediyor. Dezavantajlı gruplar sesini duyurabiliyor ama bu gruplara hakkını teslim etmeye çalışan metinler yürürlükten kaldırılıyor. Kadınlar sesini yükseltiyor ama kadın cinayetleri mütemadiyen artıyor. Bir taraftan eğitim seferberliği, diğer taraftan eğitimli cahiller. Hoyrat davranışlar, küçümseme, dışlama, şiddet, öznefretçilik, bilim ve entelektüel düşmanlığı/karşıtlığı, emeğin değersizleştirilmesi, olumsuz birey vurgusu, dezavantajlı gruplara yönelik politikalar, mikro milliyetçilikler, irrasyonel kültürler, doğanın yıkımı, bilgi yanılsaması/manipülasyon, postmodernizmin yıkımları, teknolojik eşitsizlikler vb. birçok gayriinsani durum dünyada kol geziyor. Aklın yolları giderek çetrefilli hale geliyor; akıl her ne kadar doğrusunu kestirse de böyle davranmak istemiyor ya da buna mecbur bırakılıyor. Ve aklın bazen bile isteye bazen de zorunluluktan dolayı lades olduğu daha birçok şey… Bu sayı “Akıl Tutulması Çağı” temasının II. sayısı ve I. sayıda yazarla­rın başlattığı tartışmaları, bazen benzeri bazen de farklı noktalarda yeni yazarlar devam ettirmiştir. Toplum ve Öteki başlıklı birinci bölümde İlker Özdemir, filistinizm kavramından hareketle toplumun açmazlarını, hem elitlerin düşmanlığını hem de elitlere yönelik düşmanlığı, modern muhafazakârlığı ve yarattığı sonuçları, oluşan ya da oluşturulmaya çalışılan korku kültürünü, küçümsenen ve görmezden gelinen işçi emeğini ve daha birçok şeyi irdeliyor. Ersun Çıplak, kültür endüstrisi kavramından hareketle mevcut insan davranışlarının altında yatan psikolojik süreçleri anlamlandırmaya çalışırken, kültür endüstrisinin bu bağlamda kötü ve yanlış bir yol gösterici olduğunu, bireyi aşırı bireyselleştirerek iyisiyle kötüsüyle tüm sorumluluğu bireye yüklediğini vurgulamakta ve yeni hareketlerin insanı giderek yüzeyselleştirdiğine dikkat çekmektedir. Çiğdem Yasemin Ünlü ise günümüzdeki sakat hareketlerinin vardığı noktayı irdelerken hem sakatlara yönelik mevcut söylemlerin irrasyonel ama uyumlaştırıcı retoriği üzerinde durmakta hem de sakatlara yönelik politikaların makro siyasi-iktisadi amaçlarına göz atmaktadır. Diren Çakmak da nefret, öznefret kavramlarını antisemitizm üzerinden irdelerken antisemitizmin tarihsel izlerini sürmekte ve Jessica Anne Krug örneği üzerinden Yahudi antisemitizmini, yani öznefretçiliği anlamlandırmaya çalışmaktadır. Çarpıtılan Bilgi ve Yiten Akıl başlığını taşıyan ikinci bölümde Akıl Tu­tulması Çağı I’de “Bilginin bilgeliği, enformasyonun bilgiyi boğduğu çifte cehalet sarmalını çözümlemeye; kurumsal düzeyde gözlenen “akıllanma” süreci ile bireysel düzeyde yaşanan “akıl tutulması” hali arasındaki ilişki üzerinde duran Şükrü Argın, bu yazısında kaldığı yerden devam etmektedir. Tezcan Durna, içinde bulunduğumuz toplumda yalanların ve yanlışların ne şekilde ve hangi amaçlar doğrultusunda yayıldığına ışık tutarken, bu bağlamda özellikle medyanın/haber medyasının/yeni medyanın üstlendiği rolü eleştirmektedir. Sefer Yetkin Işık ve Sinan Acar ise Türkiye toplumunun bilgi ile ilişkisini tarihsel bir perspektiften ve içinde bulunduğumuz Pandemi sürecindeki tutumlarla ilişkilendirerek tartışmakta ve medya yoluyla bilginin, özellikle sağlığın bilgisinin nasıl sağlıksız biçimde yayıldığına ve kamunun bu bilgilere inandırıldığına dikkat çekmektedirler. Mümine Alçiçek, bellek kavramı üzerinde durduğu yazısında belleğin yeni medyada hakikat ötesi söylemlerle çarpıtılarak ne türden siyasi ve iktisadi amaçlara hizmet ettiğine vurgu yapmaktadır. Müge Yılmaz da agnotoloji kavramı aracılığıyla günümüz aklını sorgulamakta; doğruluk, hakikat, cehalet kavramlarını irdelerken haber medyasının bu kavramlarla olan sorunlu bağlantısına dikkat çekmektedir. Halkın Düşüşü başlığını taşıyan üçüncü bölümde M. Emir İlhan, halk kavramının değişen anlamının tarihsel izlerini takip ettiği yazısında folk, edebiyat, mit, söz, yazı kavramlarını incelemekte ve halkın küçümsenişini ve bu küçümsenişin altında yatan nedenleri görünür kılmaya çalışmaktadır. Nurdoğan Rigel, Ekolokasyon kavramını ortaya koyduğu yazısında Eco’nun alımlama estetiğini irdelemekte; yazar, metin ve okur arasındaki diyalektik ve üretken ilişkiye Eco’nun sanat/edebiyat düşüncesi bağlamında yaklaşmakta ama bu türden bir düşünümün mevcut dünya düzeni, gündelik yaşam ve hakikat açısından yaratabileceği olumsuz durumlara işaret etmektedir. Yavuz Çobanoğlu ise cahilin nasıl sembolleştirilerek makbul hale getirildiği üzerinde durduğu yazısında artan bilgiye rağmen cehaletin de paralel biçimde artmasına eleştiri yöneltmektedir. Tekno-Cehalet ve Kültür Bozumu başlıklı dördüncü bölümde Bilge Narin, teknoloji edinimi ve kullanımı arasındaki eşitsizlikleri irdelemekte ve teknoloji okuryazarlık düzeyleri arasındaki farklılığı ve bu farklılıkların yarattığı sorunlara değinmektedir. Sedat Gündoğdu ise modern aklın doğa üzerinde artan tahakkümüne odaklanırken doğanın kapitalizme ne şekilde mahkûm edildiğini ve böylece bozulduğunu irdelemektedir. İsmail Lütfü Erol, kiç (Kitsch) kültürünü ele aldığı makalesinde kültürel değişimi irdelemekte ve sanayi devriminden günümüze, yani kapitalizmin başlangıcından içinde bulunduğumuz vahşi kapitalizm dönemine yaşanan gelişmelerin kültür ve sanat üzerinde yarattığı olumsuz görüngülere ışık tutmakta, kültürün özellikle teknoloji dolayımıyla giderek değersizleştirildiğine değinmektedir. Akıl Tutulması ifadesini Horkheimer’ın 1940’larda dile getirdiğini, Akıl Tutulması Çağı I’de belirtmiştik. Bu sayıda da, tutulmaya maruz kalmış bir aklın bu davranışından kurtulamadığı, hem doğayı hem de kültürü, bilinçli olmasına rağmen bu bilinçli olma durumundan kaçarak bozmaya devam ettiğidir. Naçizane önerimiz ise bu kötü gidişatta kendimizi tümüyle pasif görerek olan bitene seyirci kalma alışkanlığımızdan vazgeçmek ve elimizden geldiğince bu gidişata dur demektir. Bunu yapacak aklımız ve sınırlı da olsa gücümüz bulunuyor. Bu nedenle bir yerden başlamak gerekiyor. Kant’ın,[1] ahlâk yasasını bulabilmek için sarf ettiği “… dolayısıyla dürüst ve iyi, hattâ bilge ve erdemli olmak için ne yapmak gerektiğini bilmek için hiçbir bilime ve felsefeye gereksinim olmadığını burada göstermek kolay olur” sözünü anımsamamız ve mevcut-sorunlu dünya düzeninde üzerimize düşen payı görmemiz gerekiyor. İlker Özdemir - Onur Dursun
Dergi:
Doğu Batı Düşünce Dergisi
Doğu Batı Düşünce Dergisi
Tahmini Okuma Süresi: 9 sa. 41 dk.Sayfa Sayısı: 342Basım Tarihi: Temmuz 2021Yayınevi: Doğu Batı Yayınları
ISBN: 9771303724978Ülke: TürkiyeDil: Türkçe

Yorumlar ve İncelemeler

Tümünü Gör
Henüz kayıt yok
Reklam
100 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.