Bu, dünyanın sonu gelmiş, artık sabah olmayacakmış gibi berbat bir histi. Çünkü öyleydi. Dünya, bana ayırdığı sürenin sonuna gelmişti ve yakında hesabıma düşen günlerden geriye, içine uyanabileceğim serin bir sabah kalmayacaktı.
Hayatı, gideceğini başından beri bildiğim ama için için beni bırakmayacağını ummayı seçtiğim bir serserinin rüzgârına kapılır gibi yaşadığımı ancak o zaman kavrayabildim. Onu sandığımdan fazla önemsediğimi de.
Dünyanın işi buydu, dönüp durmak. Peki benim işim? Ben anlamımı atmosferdeki hangi boşluktan derecektim? Bir anlam bulmayı, o anlama tutunmayı nasıl becerecektim?
Hoş, ben kimdim ki? Zengin fakir, çocuk yaşlı, haklı haksız, vakitli vakitsiz demeden, bu dünyaya yolu düşen herkes, ilk müsait sapaktan ebedi karanlığa dönmemiş miydi?