Son zamanlarda okuduğum en iyi kitaplardan, bir başyapıt... Görünürde basit olaylar, 15 farklı karakterin anlatımı ile dikkat çeken bir hâl alıyor. Bu da edebi ustalık demek sanırım; basit (olağan) bir olaydan böyle bir anlatım çıkarmak. Faulkner öyle bir yazar ki, her şeyi tamı tamına anlatmıyor, okuru karmaşıklığa itiyor kasıtlı olarak, sanki “sen bul burda ne demek istediğimi, hadi bakalım sayın okur” diyor. Tamamıyla aktif bir okuma yapmalısınız ve bu benim inanılmaz hoşuma gidiyor. Anlaşılması zor bir detayı çözdüğümde mutlu oluyorum, ki gözden kaçırdığım o kadar şey vardır ki bu kitapta, bir daha okumak lazım kesinlikle.
7’si bir aileye mensup, 15 kişinin iç monologlar şeklinde anlatımı mevcut. Bundren ailesi... Addie Bundren (ailenin annesi) döşeğinde hasta bir şekilde, öleceği günü beklemektedir. Ölürse de, kendi yakınlarının gömüldüğü yere, 70 mil uzaktaki Jefferson’a defnedilmeyi ister. Olaylar bu şekilde başlar. Aile bir o kadar bizden, bir o kadar da garip. Beş parmağın beşi de bir değildir sözünün kanıtı niteliğindeler. Bilinç akışı tekniği, iç monologlar, yer yer yarım kalan cümleler, absürdlük, güldürü niteliği taşıyan olaylar ve davranışlar, bazen gotik/karanlık bir atmosfer... Ve varoluşçu edebiyata örnek olacak cümleler. Tam bir edebi şölen anlayacağınız. Bu denli karmaşık anlatıma sahip olup, hem de bu denli olayların okurun beyninde kolayca canlanmasını sağlamak, gerçekten büyük ustalık.
Okuduğum kitaplar arasında kendisine en üst sıralarda yer edindi, ne kadar övsem az, bana göre tam bir başyapıt.