Daha zaman var, dedim kendime. Tabii, kendimize hep böyle söyleriz, değil mi? Zamanın geçip tükendiğini aklımıza getirmeyiz ve Tanrı da aklımıza getirmediğimiz şeyler için bizi cezalandırır.
Tepeye tırmandığımı sanırken tepe aşağı iniyormuşum meğerse! Gerçek bu. Herkesin gözünde ben yükselmekteydim, oysa gerçekte bütün bir zaman yaşamım ayaklarımın altından kayıp gidiyormuş...
Hepimiz hayallerimizdeki çeşitli sesleri bir dereceye kadar tanırız… eğer deli değilsek.
Ve tabii, anılarımızdaki sesleri. Anılarımızın da sesleri vardır. Bunlar çoğu zaman karanlıkta havaya kalkan kolların feryadı gibi üzgün seslerdir.
Bu son konuşmamız olmuştu ve ikimiz de bunu bilmiyorduk. Zaten hiç bilemeyiz değil mi? Hiç değilse birbirimizi sevdiğimizi söyleyebildik. En azından bu var. Çok değil ama bir şeydir işte. Başkaları için daha kötüsü olur.
Eli titremeyen ve nefesi kuvvetli her salak iskambil kartlarından bir ev yapıp sonra üfleyerek bunu yıkabilir, ama insanları güldürebilmek için deha gerekir.