Hassas olmak, sadece istemediğim bir merhametle, içimi rahatlatmak için söylenen boş laflarla karşılaşmamak ve duygularım içinde debelenmeme neden oluyordu. Ağlamak gibiydi, anlamsızdı.
Çok hafifçe geri çekildi. “Hatırlıyor musun,” diye sordu, yumuşak bir fısıltıyla, “senden isteyebileceğim hiçbir şey olmadığını söylemiştim?”
Hatırlıyordum. İlk sohbetimizdeki sert tavrını, konuşmayı bitirirken gözlerindeki yaralı kızgınlığını unutamamıştım. Başımla onayladım.
“Şey, yanılmışım.”
“Ah, öyle mi?” Ellerimi göğsünün üzerinde gezdirirken kaşlarını kaldırmıştı. “Benden ne istiyorsun, Brendan Rosenfeld?”
Eğildi, kulağıma fısıldarken dudaklarından yayılan nefesi yanağımı yalayıp geçti.
“Her şeyi.”
“Sorudan kaçıyorsun,” diye hatırlattım. “İyi öpüşüp öpüşmediğime net bir cevap vermedin hâlâ.” Normalde olduğundan daha ağır flörtleşiyor, cesaretimi kaybetmemeye çalışıyordum.
Uzun bir sessizlik oldu. Her ne söyleyecekse enine boyuna düşünüyor gibiydi. Beklerken, içimdeki her şeyin telefonun diğer ucundaki sessizlikle birlikte ufaldığını hissediyordum. “Kıyaslamalı olarak değerlendirecek hiçbir deneyimim ve de bilgim olmamasına rağmen,” dedi sonunda, “yüzde yüz emin olarak senin ve de o öpücüğün benzersiz olduğunu söyleyebilirim.”